Toplumların hayatlarında, yüreklerinde yer etmiş, inanoğlunun geleneksel yaşamının bir parçası olmuş efsaneler…
Ay-Atam, Karacaoğlan, Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin…
Çok çok eski zamanda yeryüzünde ormanların uçsuz bucaksız dönümlerce uzandığı, Kırgızistan’da suların karalardan daha fazla alan kapladığı çağlarda, derin ve serin suları olan Enesay nehri kıyısında bir Kırgız kabilesi yaşarmış.
Kırgız kabilesinin etrafı, nehir boyunca yerleşmiş değişik milletten kabilelerle çevriliymiş.
Bu çeşit çeşit millet, her fırsatta birbirine savaş açar, yakar, yıkar, yok edermiş. Amaçları birbirlerinin soyunu kurutup, bölgeye hakim olmakmış.
O sırada tuhaf bir kuş peyda olmuş. Bu kuş, ağaç dalına Tümer, insan gibi seler çıkartarak “korkunç bir felaket geliyor” diye çığırırmış.
Ve bir gün o korkunç felaket Kırgız kabilesinin kapısını çalmış.
Ölen başbuğlarının cenaze töreni için Enesay - Ene (Ana) – Say (Nehir)- nehri boyunca çadırlarını sıralamışlar.
Büyük savaşlar kazanmış başbuğları için şanına yaraşır büyük bir tören düzenlemişler. Kırgızlar, bu çok değer verdikleri başbuğlarının cesedini yine çok değer verdikleri Enesay nehri boyunca cesedi kâh havaya kaldırıp onu tüm dünyaya gösterdiklerine, kâh türküler okuyarak ölenin ruhunun Enesay’a ithafen türkü okuduğuna inanırlarmış. Ve ölenin sonraki nesiller tarafından hatırlanması, mezarının ziyaret edilmesi için mezar başına bir anıt-kaya dikerlermiş.
Her şeyden habersiz başbuğlarına son vazifelerini yerine getirmeye çalışan Kırgız halkı, bir anda ne olduğunu anlamadan nehir kıyısındaki komşu kabile tarafından kuşatılmışlar. Enesaylılar ne kadar kanlı bıçaklı da olsalar, bir başbuğun cenazesi sırasında asla birbirlerine savaş açmazlarmış.
Ama o gün, orada Kırgız kabilesi, tek bir kabile üyesi kalmamacasına, soyları tükenircesine komşuları tarafından katledilmişler.
Çadırları ateşe verdikten sonra savaşçı kabile nehir boyundan uzaklaşmaya başlamış.
Bu esnada ormanın içinden bir kız, bir erkek çocuk şarkılar söyleyerek neşe içinde çadırlarına doğru yürüyorlarmış. Bunlar kabilenin söz dinlemeyen, oyun oynamaktan hoşlanan haylaz iki çocuğu imiş.
Cenaze alayının olduğu bölgeye yaklaştıklarında ne annelerinin, ne babalarının, ne kardeşlerinin hayatta olduklarını görmüşler, çadırları alev alev yanıyormuş. İki göz iki çeşme uzaklaşan komşu kabilenin peşinden koşmaya başlamışlar. “Lütfen bizi bir başımıza bırakmayın, yalnız kalamayız burada.” diye ağlıyorlarmış koşarlarken. Ama kabile at toynaklarının çıkardığı seslerden ve kazandıkları savaşın sarhoşluğuyla attıkları sevinç nidalarından çocukların seslerini duymamışlar.
Çocuklar bütün gece tek başlarına ormanda yürümüş yürümüşler. En sonunda savaşçı kabilenin dinlenmek için çadırlarını kurdukları bölgeye gelmişler.
Kabile üyeleri yaklaşan iki çocuğu görmüşler ve onları hemen başbuğlarının çadırına götürmüşler. “siz de kimsiniz?” diye soran başbuğa çocuklar “biz yok ettiğiniz kabiledeniz. Arkanızdan çok seslendik ama sesimizi duymadınız. Lütfen bizi ormanda yalnız bırakmayın bizi de yanınıza alın” demişler. Ama başbuğ çocukların bu sözlerine aldırış etmemiş ve onları kabilenin en yaşlı bilge kadını olan Çopur Topal Nine’ye emanet ederek, onları bir yardan aşağıya atarak kurtulmalarını söylemiş.
Çopur Topal Nine çocukları önüne katarak yürümeye başlamış. Derin bir yara geldiklerinde, son defa dua etmeleri söylemiş çocuklara. Çocuklar çaresizce yalvarıyorlarmış Çopur Topal Nine’ye. Tam o sırada arkalarında gözleri cam gibi saydam ve parlak, başında upuzun boynuzları olan, çocuklarını emzirmekten şişmiş olduğu anlaşılan beyaz kıllarla kaplı göğsü, kahverengi uzun tüyleri olan bir maral (geyik) görmüşler. Boynuzlu Maral Ana’ymış bu gelen.
Maral Ana “Çopur Topal Nine çocuklarımı kaybettim. Yapma etme, bu iki çocuğu bana ver. Bundan böyle benim çocuklarım olsun. Bak yavrularımı emzirmeyi bekleyen göğüslerim süt dolu, onları uzak diyarlara götürürüm, size hiç zararları olmaz” demiş. Demiş demesine ama Çopur Topal Nine inatçıymış, kabul etmek istememiş önce. “Onlar insan, senin yavruların olamaz, soyları genişledikça sana haksızlık edip, seni yok etmek isteyen soydaşları olabilir” dese de ikna edememiş Maral Ana’yı. Maral Ana çocukları alıp Issık Gölü’ne doğru yola çıkmış. Yakın değilmiş göl, yolda pek çok engelle karşılaşmışlar ama Maral Ana çocukları hiç bırakmamış, onları korumuş ve kollamış. Mevsimler birbiri ardına geçmiş, yıllarca yürümüşler. Maral Ana çocukları sütü ile beslemiş yol boyunca.
Sonunda uçsuz bucaksız Issık Göle gelmişler. Yıllar yılları kovalamış, yetişkin birer insan olan kız ve erkek evlenmiş, çocukları olmuş. Çocuklarının çocukları olmuş ve böylelikle Boynuzlu Maral Ana’nın soyu genişlemiş.
Soy genişlemiş genişlemesine ama sonunda bu soyun en zenginlerinden biri ölmüş.
Çocukları babalarının zenginliğini tüm dünyaya ilan etmek için mezarına en büyük maral boynuzunu dikmek için maralları öldürmeye başlamışlar. Ve tabii bu böyle sürmüş gitmiş. En sonunda Maral Ana Kırgızlara küsmüş, bir daha o topraklara dönmemecesine son kalan yavrularını alıp başka diyarlara kaçıp gitmiş.
İşte Beyaz Gemi’nin kahramanlarından Mümin Dede de, hayatta kendisine emanet edilen torununa bu efsaneyi anlatır, Maral Ana’nın Çocukları olduklarını söyler. Ve bir gün tekrar bu topraklara dönüp ihtiyaçları olduğunda o iki çocuğu ölümden kurtardığı gibi, onlara da zor günlerinde yardım edebileceğini anlatır durur.
Koca kafalı, koca kulaklı çirkin çocuk, annesi ve babası tarafından terk edildiği günden beri onu koruyan, kollayan dedesi ve üvey ninesi ile yaşar.
Mümin Dede, nine tarafından sürekli azarlanır, kısır kızı Bekey’in kocası Orozkul’un emrinde çalışır ve damadı tarafından tartaklanır.
Çocuk, içip içip kısır karısını döven Orozkul’un bağrışlarından, karısının çığlıklarından, onları barıştırmak için sürekli Orozkul’u pofpoflayarak dedesine yüklenen ninesinin davranışlarından çok mutsuzdur. Çevresinde olup bitenlerden kendini soyutlamak için, dürbününü alıp Issık Gölü’nü seyretmek için tepelere çıkar. Kendisini terk eden, şehirde kendine yeni bir aile kuran babasının nehirde gördüğü Beyaz Gemi’de çalıştığını hayal eder. Bir gün balık olup, nehrin sularına atlayarak göle ulaşmak ve babasının gemiden attığı ağa takılarak gemiye çıktığını hayal eder. Babasına “ ben senin oğlunum” diyeceğini, babasının “ama sen bir balıksın, benim oğlum olamazsın” demesi üzerine yeniden tümüyle insan olup, babasına kavuşacağını düşler.
Okul çağı gelen çocuğa dedesi bir gün çanta alır, o günden sonra da çanta çocuğun sırdaşı olur. Ne zaman evde huzursuzluk olsa çanta ile dertleşir. Okumasını çok isteyen dedesi çocuğu her sabah okula atıyla götürüp yine kendisi alır.
Orozkul, dedenin sürekli çocukla ilgilenmesinden rahatsızlık duyar ve yine tomrukları taşıdıkları bir gün dedeye çocuğu almaya gitmesi için izin vermez. Dede Orozkul’la arasının açılmasını göze alarak, onu itekler ve Orozkul’un kendisinin bile binmeye kıyamadığı atına atlayarak çocuğu almaya gider.
Ve o günden sonra ailenin huzursuzluğu, mutsuzluğu daha da artar.
Tek sevinçli haber, dedenin o gün ormanda yeniden maralları görmüş olmasıdır.
Orozkul artık Mümin Dede’ye daha kötü davranmakta, kısır kızını eve almamaktadır. Sözüne itaat etmemesinin hıncını çok acı bir şekilde alır; ormandan çıkardıkları tomrukları almaya gelen arkadaşı Koketay ve yanındaki adamlara ziyafet çekmek amacıyla Mümin Dede’ye anne maralı öldürtür. Zamansız bastıran karda yolunu kaybetmiş askerlere yardım ederken üşütüp hastalanan çocuk, dedesinin çaresizliğinden etkilenir ve o gece bir balık olup, oralardan yüzüp gideceğini söyler. Kimse fark etmez çocuğun balık olup, çayda yüzerek uzaklaştığını.
KİTAPTAN…
Şimdi ben sana yalnız şunu söyleyebilirim: ”Çocuk kalbinin, çocuk ruhunun bağdaşamadığı her şeyi reddettin. İşte beni teselli eden de budur. Bir şimşek gibi yaşadın sen. Bir defa çaktın ve söndün. Şimşeği çaktıran göktür. Ve gök ebedîdir. İşte budur beni teselli eden. Bir başka tesellim daha var: İnsandaki çocuk vicdanı, tohumdaki öz gibidir. Ve o öz olmadan tohum filizlenmez, gelişmez. Yeryüzünde bizi neler beklerse beklesin, insanoğlu doğdukça ve öldükçe, insanoğlu yaşadıkça, hak ve doğruluk denen şey de var olacaktır…
Zülfü Livaneli, Sevdalım Hayat adlı otobiyografik kitabında Yaşar Kemal ve kendisini Kırgızistan’a davet eden Cengiz Aytmatov’u gördüğünde uçuşan kırlaşmış saçları ve duruşuyla bir yazardan çok, topraklarında yaşamış bilgelere benzediğini yazmıştı.
Aytmatov dış görünüşüne akseden bilge kişiliğini yazılarına da yansıtmış. Beyaz Gemi’de bunu sıkça görüyoruz.
Kitabın sonunun hazin bir şekilde bitmesi, Aytmatov’u olumsuz eleştirilere maruz bırakmış. İyiliğin kötülüğe yenilmesi olarak algılanan son için yazar, bunu hiçbir zaman bir yenilgi olarak düşünmediğini, aksine ahlaksâl üstünlüğün çocukta kaldığı konusunda direttiğini belirtmiş.
Beni çok etkileyen, gözlerim dolu dolu okuduğum bu kitabı okumadıysanız mutlaka okumanızı tavsiye ederim.
Doğa Ana’nın nimetleri yanınızda olsun!
(Peyman)
5 yorum:
Geçen sene Aytmatov’un öldüğünü duyduğumda, sanki çok yakından tanıdığım birini kaybetmişçesine üzüntü duymuştum. “Dünya’nın en güzel aşk hikâyesini yazan kişi öldü” diye yazmıştı bir yerlerde.
Beyaz Gemi’yi okumamıştım ve hemen okumak istiyorum. Çünkü:
Evet, efsanelere inanırım.
Hak ve doğruluğun da bir şekilde var olacağına inanıyorum.
Ve benim de bavulumda sakladığım bir sürü hayalim var.
Not:
Aragon, Cemile’nin Fransızcaya tercümesini yapmış ve kitabın ön sözüne Dünya’nın en güzel aşk hikâyesi Cemile’dir demiş. Kulüpte okunacak kitaplar listesine eklememiz gerektiğini düşünüyorum.
Hadi bize gelin, çay içip Selvi Boylum, Al Yazmalım’ı seyredelim. Hüngür hüngür ağlayalım.
Gülda'cım,
Çok etkileneceksin mutlaka bu kitabı okuduğunda. Benim son zamanlarda okuduğum ve çok sevdiğim bir kitap.
Çay içelim, film, seyredelim, ağlayalım...Şu parçalı bulutlu pazartesi gününde o kadar kulağıma hoş geldi ki...Bana ağlayalım demeyin, göz yaşlarım zaten deliğin ucunda akmaya hazır bekliyor.
Evet beyaz gemi... muhteşem bir kitap herkes okusun. Ama aynı zamanda hüzünlendirici bir kitap.
KİTABIN ADI : BEYAZ GEMİ
KİTABIN YAZARI : Cengiz Aytmatov
YAYINEVİ VE ADRESİ : Ötüken Neşriyet A.Ş.
BASIM YILI : 1991
KİTABIN KONUSU
Roman, San-Taş Vadisi’nde etrafındaki beş-altı insanla yaşamak zorunda olan, dedesinden başka seveni olmayan, gerçek hayatında mutsuz olan fakat hayal dünyasında mutlu olmaya çalışan bir çocuğun psikolojisini konu almakyadır.
KİTABIN ÖZETİ
Çocuk San-Yaş Vadisi’nde dedesi, üvey ninesi, Orozkul, Bekey hala, Seydahmet, Gülcemal ve köpeği Beltek ile berabar yaşamaktadır. Vadide sadece üç ev vardır. İlk evde dedesi ve üvey ninesi ile çocuk;ikincide Mümin dedenin büyük kızı Bekey hala ile kocası korucubaşı Orozkul; üçüncüde ise tembel işçi Seydahmet ile karısı Gülcemal ve küçük kızları yaşamaktadırlar.Çocuk bu küçük dünyada mutlu olmaya çalışmaktadır. Hiç arkadaşı yoktur ve okula henüz başlamamıştır. En büyük zevkleri dedesinin kendisine dere kıyısında yaptığı gölette yüzmek; “Deve, Kurt, Eyer ve Tank” isimlerini verdiği kayalarıyla konuşmak; dedesinden masal dinlemek ve dağa çıkıp dedesinin dürbünüyle kasabaya, Isık Göl’e ve San-Taş Vadisi’ne daha yakından bakmaktır. Her akşam eline dürbününü alıp, dağ başına çıkar ve Isık Göl’de ancak beş-altı dakika görünüp kaybolan beyaz gemiye bakar.
Annesi ve babası onu çok küçük yaşlarda terketmişlerdir. Annesi şehirde kendine yeni bir yaşam kurmuştur. Çocuk babsının beyaz geminin kaptanı olduğuna, bir gün başı insan başı olan bir balık olup beyaz gemiye kadar yüzeceğine ve babasıyla konuşacağına inanmaktadır. Dedesi çok iyi kalpli, çalışkan,köse bir insandır. Çevresindekiler ona Kıvrak Mümin lakabını takmışlardır. Damadı Orozkul’un yanında çalışır ve onun emirlerini yerine getirir. Orozkul şişman, koca kafalı içki içmeyi çok seven, çabuk sinirlenen bir korucubaşıdır. Mümin’in kızı ve Orozkul’un karısı olan Bekey kısır bir kadındır. Orozkul bunu Bekey’in suçu olarak bilir ve her akşam içip onu döver. Orozkul arada bir arkadaşlarıyla içmeye gider ve sarhoş olunca yanındakilere birer tomruk sözü verir. Tomruğu kesip dağdan indirme, çayın karşısına geçirme ve kamyona yükleme zamanı gelince de verdiği söze pişman olur ama iş işten geçmiştir. Arada bir vadiye şehirden “Maşin Mağaza” denilen içi ıvır zıvır dolu bir araba gelir. Bir gün yine Maşin Mağaza geldiğinde dedesi çocuğa bir okul çantası alır. Ertesi yıl çocuk okula başlar. Çocuk dedesinden masal dinlemeye bayılır. Her akşam artık ezberlediği “Boynuzlu Maral Ana” masalını dinler . Dedesine göre hepsi Boynuzlu Maral Ana’nın soyundan gelmektedirler. Çocuk da buna inanmaktadır. Masala göre maral ana San-Taş Vadisi’ni terketmiştir ama onları sürekli korumaktadır. Mümin çocuğu her gün atıyla okula göyürüp getirmektedir. Okul çok uzaktadır ama hiç geç kalmamıştır.
Çocuk bir gün yol kenarındaki kayalarıyla oynarken San-Taş yakınlarından kuru ot almaya gelen beş-altı kamyonluk bir konvoy görmüştür. Çocuk en öndeki kamyonun peşine takılıp koşmaya başlar. Çocuğu gören şoför durur ve çocukla biraz konuşur. Şoför genç ve yakışıklı biridir. Adı Kulubeg’dir. Çocuğa dedesini tanıdığını, kendisinin de Boynuzlu Maral Ana’nın soyundan geldiğini söyler ve ayrılır.
Ertesi gün Mümin dede ile Orozkul yine dağdan bir ağaç indirirler. Bu sırada uzun zamandan beri ormanda görülmeyen maralları görürler fakat işleri olduğundan onlarla ilgilenemezler. Akşam olmuştur. Dede, Orozkul’a söyleyip çocuğu okuldan almaya gitmek ister fakat Orozkul ağacı indirmeleri gerektiğini söyleyip izin vermez. Tomruğu çaydan geçirirlerken tomruk çayda kayalara takılır. Çıkarmak için çok uğraşırlar ama çıkaramazlar. Dede vaktin çok ilerlediğini farkeder, daha fazla dayanamaz ve daha önce hiç yapmadığı bir şey yapıp Orozkul’dan izin almadan çocuğu almaya gider. Çocuk akşama kadar okulun kapısında dedesini beklemiş ve ağlamaktan gözleri şişmiştir. Dede yolda çocukla öğretmenine rastlar. Çocuğu öğretmeni eve getirmektedir. Dede öğretmenden özür dileyip çocuğu alır ve yola koyulurlar. Çocuk dedesine küsmüştür. Hiç konuşmamaktadır. Dede çocuğun gönlünü almak için Boynuzlu Maral Ana’yı gördüğünü söyler. Çocuk bu habere çok sevinir. Dedesine ormana gitmek için yalvarır fakat akşam olduğu için eve dönerler. Eve geldiklerinde Orozkul’u sabahki olaydan dolayı çok sinirlenmiş bulurlar. Orozkul o gün Bekey halayı yine dövmüştür. Çocuk evin bu durumuna çok üzülür ve yatmaya gider.
O gece müthiş bir dipi çıkar. Gece yarısı Kulubeg ve arkadaşları yolda kaldıkları için Mümin dedenin evine sığınırlar. Kulubeg ve arkadaşlarının gelmesiyle evdeki hava biraz yumuşar. Sabah kamyoncular evden ayrılırlar. Aynı gün Orozkul’un tomruk sözü verdiği arkadaşı tomruğu almak için gelir. Adı Koketay’dır. İri yapılı, esmer biridir. Tomruk ise hala önceki gün bıraktılları yerde çayın içinde beklemektedir. Tomruğu almak için Orozkul, Koketay ve Seydahmet yola koyulurlar. Dede de Orozkul’un kendini affedeceği düşüncesiyle peşlerine takılır. Orozkul kıyıda emirler yağdırırken Mümin dede, Seydahmet ve Koketay tomruğu çıkarmaya çalışmaktadırlar. O sırada çayın karşısında birkaç tane maral görürler ama işlerini bırakamayacaklarından marallarla ilgilenemezler. Biraz uğraştıktan sonra tomruğu çıkarıp kamyona yüklerler.
Çocuk o gün hastadır ve önceki gün akşamdan beri evde yatmaktadır. Akşam üzeri kahkaha sesleriyle uyanır ve bahçeye çıkar . Herkes neşe içindedir ve hepsi de sarhoştur. Dede ise et dolu bir kazanın yanına çökmüş sessizce kazanın altındaki ateşle oynamaktadır. Çocuk hemen dedesinin yanına gider. Ona seslenir fakat dede duymaz. Birkaç defa daha seslenir fakat dede hiç cevap vermez. Çocuk kötü birşeyler olduğu hissine kapılır. Az ilerde Bekey’i, Seydahmet’i,Gülcemal’i ve Koketay’ı görür. Hepsi de yiyip içmekte ve eğlenmektedirler. Çocuk önce neler olduğunu anlamaz. Avlunun dışında henüz kanı kurumamış geyik derisini, bağırsak eşeleyen Beltek’i ve elindeki baltayla Maral Ana’nın boynuzlarını kırmaya çalışan Orozkul’u görünce neler olduğunu tahmin eder. Çocuk bu korkunç manzara karşısında dayanamayıp içeri kaçar ve yorganın altına girip ağlamaya başlar. Bu arada Kulubeg’in gelip onu kurtaracağını ve Orozkul’a haddini bildireceğini hayal etmektedir. Az sonra sofra içeri kurulur. Çocuk hayalinden yine kahkahalarla uyanır. O sırada Seydahmet olanları anlatmaktadır. Çocuğun bir türlü anlam veremediği olaylar şöyle cereyan etmiştir: Tomruğu çıkardıktan sonra Seydahmet ile Mümin dede ormana çalışmaya giderler. Bu arada maralları yine görürler. Seydahmet onları vurmak ister, dede ise buna karşı çıkar. Seydahmet dedeyi dinlemeyip maralların peşine düşer. Dede de Seydahmet’in arkasından gider. Seydahmet maralları vuracaktır ama sarhoş olduğu için nişan alamaz ve tüfeği dedeye verip maralları vurması gerektiğini, vurmazlarsa kaçıracaklarını ve Orozkul’un dedeyi affetmeyeceğini söyleyip dedeyi kandırır. Dede ise maralları vurursa Orozkul’un onu affedeceğini ve herşeyin düzeleceğini düşünerek marallardan birini istemeye istemeye vurur.
Çocuk bunları duyunca çıldıracakmış gibi olur ve dışarı kaçar.Dedesini yerde toz toprak içinde yatarken bulur. Ona birkaç defa yine seslenir ama dede yine duymaz. Olanlara dede kendi de inanamamaktadır. Çocuk dedesinden bir tepki alamayınca balık adam olup babasına ulaşacağını düşünerek koşar ve kendini dereye atar. Hızla akan su çocuğu alıp götürür fakat çocuk hiç bir zaman balık olmayacaktır.
KİTABIN ANA FİKRİ
İnsanları güçsüz ya da hoşgörülü oldukları için ezmeye çalışmamalı ve küçük çıkarlar uğrunda doğaya zarar vermemeliyiz.
KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ
MÜMİN DEDE : Çok iyi kalpli, yardımsever,çalışkan bir insandır. 60-70 yaşlarında köse bir ihtiyardır.Damadı Orozkul’un yanında çalışmaktadır. Vadideki üç evin birinde ikinci karısı ve torunu ile yaşamaktadır.
ÇOCUK : 5-6 yaşlarında, kısa boylu, kepçe kulaklı, çirkin bir çocuktur.Hiç arkadaşı yoktur. Hayalperest ve mutsuzdur. Doğayı çok sever.
OROZKUL : Şişman, koca kafalı, içki içmeyi çok seven, insanlardan ve doğadan nefret eden, sinirli,umursamaz biridir. Korucubaşıdır fakat ormana en çok o zarar vermektedir.
BEKEY : Orozkul’un karısı ve Mümin’in kızıdır.Kısırdır,sabırlı ve hoşgörülü bir kadındır.
SEYDAHMET : Uzun boylu, çirkin biridir.Tembeldir. Orozkul’un ve dedenin yanında çalışmaktadır. Bir karısı ve bir kızı vardır.
GÜLCEMAL : Seydahmet’in karısıdır. Günlerini genelde çocuğun ninesine ve Bekey’e yardım etmekle ve kızına bakmakla geçirir.
KULUBEG : Genç , yakışıklı ve güçlü bir şofördür.Mümin dede ve çocuk gibi boynuzlu maral ananın soyundan geldiğine inanmaktadır.
KOKETAY : Orozkul’un arkadaşıdır. İri yapılı ,esmer tenli bir adamdır
Yorum Gönder