13 Kasım 2009 Cuma

Yansımalar - 7

Yine sonbahar…

Kuruyup daha bir narinleşmiş yapraklar, hafif esen rüzgara teslim olup kendilerini toprağa, soğuk asfalta bırakıveriyorlar.

Yağmur kimi zaman şiddetini arttırarak şehrimin bakımsız caddelerinde ufak gölcükler oluşturuyor.

Ve şehrimin trafiği her zaman olduğu gibi yağmura yenik düşüyor.

Aklıma Asmalımescit’teki ilk kulüp toplantımız geliyor. Hani Ayşe’nin doğum gününü kutladığımız, Belkıs’ın Çılgın Kalabalıktan Uzak adlı kitabını Leblon’da sunduğu o yağmurlu gece.

Beyoğlu İstanbul’un en sevdiğim ilçelerinden biridir.

Hergün biraz daha artan kalabalığında sizi dipsiz bir girdabın içine çekerken, her renk, her çeşit insanı görme imkanı sunar. İstiklal Caddesi’nden Tünel’e doğru yürürken etrafınızdan geçip giden bu alacalı insan kalabalığından gözünüzü alamazsınız.

Biraz ürkütür beni her seferinde. Karşı konulmaz bir dürtüdür bu. Kim bilir belki de ortaokul-lise yıllarından kalma bir hissiyat ? Sabahın alaca karanlığında genç kız olma yolunda küçük bir kız iken, Taksim’den Galatasaray’a yürüdüğüm o uzun yıllar boyunca Saray Muhallebicisi’nin sokaktaki havalandırma ızgaralarının önüne ısınmak için uzanmış evsiz barksızlar, geceden kalma sarhoşlar, kim bilir hangi yabancı adamın yatağından, koynundan çıkmış kendi yaşadığı fakirhaneye dönen fahişeler hep ürkütmüştür beni.

Diğer taraftan Çukurcuma’sı, Mısır Apartmanı, Fransız Sokağı, tarihi ama bakımsız binaları, pasajları, tehlike kokan arka sokakları, kitapçıları, cafeleri, meyhaneleri ile tam bir çekim merkezi.

Uzun zaman gitmediğimde görmeyi özlediğim bir yer Beyoğlu. Sokakta yürüyenlerin parfüm kokusu ile eski binalarından yayılan rutubet kokusunun birbirine karıştığı Beyoğlu.


O akşam daha önce hiç gitmediğim bir mekanda yapacaktık toplantımızı. Eleven (11), Babylon’dan Asmalımescit girişine doğru yürüdüğünüzde önünde bir sürü gencin (!) takıldığı bir club’ın bulunduğu binanın üçüncü katında yer alıyor.

Daha önce Beyoğlu’nda bir pasajın içinden daracık asansörle çıkılan, özel günler için kiralanan bir apartman dairesinde doğum günü partisine gitmiştim. Hatta yanımda Aycan ve Reyhan da vardı. İtiraf ediyorum epey tırsmıştık. Asansörün karşısında Somali’li insan eti avcıları pusuya yatmıştı :)

Eleven’ın bulunduğu apartman az önce anlattığımdan çok daha temiz ve bakımlıydı.

Kapıyı bozuk Türkçe aksanı ile güler yüzlü genç bir adam açtı. Bildiğimiz bir apartman dairesi. O gece sadece bize tahsis edilmiş, mumların aydınlattığı loş bir salonda yemek masamız, derinden gelen nefis müzik, insanın başını döndüren sarımsak, fesleğen, domates karışımı bir koku gecenin ilk çarpıcı öğeleri.




Tüm kulüp üyeleri toplanıncaya kadar arka taraftaki oturma odasına (!) geçtik. Birkaç koltuk, bir puf, ortada eski bir sandık üzerinde mumlar ve sıcak bir başka ortam daha.

Herkes geldiğinde yemek masasındaki yerlerimizi aldık. Tabakların içine yeşil zarflar konmuştu. Her bir zarfın üzerinde, ortasına birer fotoğrafımızın yerleştirildiği renkli krapon kağıdından çiçekler vardı. Zarflarımızı aynı anda açtık. İçlerinden, arkasında “Her kent bir aşk çağrıştırır” yazılı şehir fotoğrafları çıktı. Benim şehrim Floransa idi. Nitekim Floransa’yı Roma’dan bile daha çok seviyorum. Bir aşk çağrıştırıyor mu? Belki evet, belki de hayır. Ama çok sevdiğim bir şehir.


Kitabımız İki Yeşil Susamuru pek çoğumuzun yıllar önce okuduğu bir kitaptı. Ortak kanımız ise, yıllar önce okuduğumuzda verdiği tadı şimdi vermemişti. Çünkü Buket Uzuner’in kitapta anlattığı hikâye, kitabın kahramanları, yaşanan ilişkiler gençlik yıllarında insanı yaşanmamış yönleri ile cezp ediyor. Ama yıllar geçip de hepimizin hayatlarımıza kattığımız tecrübelerle hikâye de, karakterler de, ilişkiler de cazibesini yitirmişti bizim için.

Ama konuşacak çok şey vardı aslında. Yonca da kitaptan çok güzel sorular çıkarmıştı. Küçük itiraflarımızla biz kulüp üyelerinin birbirimizi biraz daha keşfettiğimiz cevapları olmuştu bu soruların. Geceyi de tüm sunum gecelerimizden daha uzun kılan sorular ve cevapları.



Her kentin bir aşk çağrıştırdığı gibi, her kenti çağrıştıran kokular da var bu hayatta. İlk girdiğimizde bizi sarmalayan belki de bazılarımız için iç bayıcı sarımsak, fesleğen, domates kokusu bana İtalya’dan kokuları taşımıştı. Servis edilen yemekler İtalyan mutfağının tatlarına sahipti. Üstelik de son derece güler yüzlü genç bir adam tarafından servis edilmişlerdi.

“Bizi geçmişe götüren detaylardan” hepimizin payına anısı olan güzel detaylar düşmüştü. Baylan çikolatası, Jaws film dvd’si, Tommiks-Teksas…

Evet daha önce de dedim ya uzun bir geceydi. Ama güzel bir geceydi. Güzelliği, geceyi uzatan sohbetlerimizde, paylaştıklarımızdaydı.

Bir kez daha teşekkürler Yonca’cım.

Peyman

Hiç yorum yok:

İlginizi Çekebilir

Related Posts with Thumbnails