23 Ekim 2009 Cuma

Billur Gülda Barselona ya da İspanya Yollarında II

Billur’un Barselona’da İkinci Günü:

UYANDIM....Önce bir an durup hasar kontrolü yapıyorum. Hayır. Midemde veya başka herhangi bir yerimde bir bozulma işareti yok. Takdirle karşılıyorum şefi. Biraz yol yorgunluğu var ama hemen evden çıkmaya çalışıyoruz çünkü kiraladığımız arabayı teslim etmek yükümlülüğümüz var. Doğru yola... Barselona sokaklarına Türk şoför kimliği ile çıkıyoruz. Ulaşmamız gereken yer Sants Tren İstasyonu. Yalan yanlış yollardan sonra hislerimizle yön buluyor ama benzin işini halledemiyoruz. Arabayı teslim ediyoruz ve karnımız acıkmış olduğu için hafif bir gerginlik içindeyiz. Ama havanın güneşli ve sıcak olması bize iyi geliyor.

İSPANYOLLAR ve KAHVALTI

Bana bu İspanyol milletinin garip bir kahvaltı anlayışı olduğu Gülda tarafından 10 kez anlatılsa da ben gene de ümitliyim. Tamam, tulum peyniri, zeytin ve demleme çay bulamayacağımı biliyorum ama ne bileyim bir “ tostadas” mı yok canım? EVET, var; hep etli, Jamón’lu, omleti de ekmeğin içine koyuyorlar. Bir de domates sürme huyları var ki ekmeğin içine, ben pek hazzetmiyorum bundan. İlk kahvaltım biraz hüsranla sonuçlanıyor aslında çok haksızlık etmeyelim pek de kahvaltı saati değil, Türkiye için bile!



Bu İspanyollar/Katalanlar (nasıl da ırkçı ve etkiketçiyim!) sabahın erken saatlerinde sıcak çikolatanın içine bizim tulumba tatlısı şeklinde ama daha ince bir hamuru batırıyorlar ve tabii ki yiyorlar ya da sütlü kahve içiyorlar. Saat 10.30 civarında ise siz kahvaltı amaçlı bir şey istediğinizde de onlar bira içmeye başlıyorlar ve patatesli omlet gibi daha yemekvari şeyler yiyorlar.
Kahvaltının ardından Miro Parkına doğru yürüyüşe geçiyoruz ve Kadın ve Kuş adlı eserine hayranlık dolu olarak bakıyorum.

10 poz resim çektirdikten sonra parkın içinde yürüyoruz. Bu arada Gülda Barselona’da bir oylama yapıldığını ve insanların yarısından fazlasının “isteyenin çıplak gezebileceği” yönünde oy kullandığını anlatıyor. Heyecanla her köşe bucakta çıplak insan aransam da göremedim tüm Barselona seyahati boyunca, buradan duyurulur.

BARRİ GOTİC VE PİCASSO MÜZESİ

Parktaki gezintiden sonra Barri Gotic’e doğru gidiyoruz metro ile doğruca. Burası gerçekten etkileyici. 1000 yıldan beri yerleşim merkezi olarak kullanılmış, daracık, labirent gibi sokaklardan mevcut. Her yer de kafeler, mağazalar var. Başınızı çevirdiğiniz her yer de ise antik dönemden bir iz görmek olası. Burada Barselona Katedrali görülmeye değer ancak kapalı olduğundan içine giremedik ki zaten artık Katedral görmek istemiyorum/z. Dış taraftan bakmak daha keyifli geliyor.



Biraz sokaklar arasında oyalandıktan sonra Picasso Müzesi’ne Gülda’yı kafesine bırakarak giriyoruz. Pazartesi hariç her gün açık saat 10.00’dan itibaren. Müzede küçük ama sırta asılacak biçimde olan çantamı bırakmam isteniyor ya da önüme asmam. Bunun mantığını çözemedim ilk müze gezişim değil bu arada ama önüme asınca değişen nedir?

Bu müze 1963' yılında Picasso'nun hem arkadaşı hem de sekreteri olan Jaume Sabartes'in koleksiyonunda yer alan eserlerden oluşturularak açılmış. Müzede erken dönem resimleri, kendi portreleri ve ilk kübik resimleri bulunuyor.



Picasso Barselona’ya 13 yaşındayken babasının öğretmenlik görevi nedeni ile geliyor. Picasso’nun erken dönem resimlerinde Katalan ressam adayı Manuel Pallares Grau ile tanışması ve dostluğu onun modern resmin kaynağı sayılan Demoiselles d’Avignon’u yapmasına vesile olmuş. Ayrıca Pallares’in köyünde kaldığı dönemde de yine ilk manzara resimlerini ortaya koymuş.



Bir galeride ise Velasquez’in Las Meninas adlı resmini ayrıştırıp, bölüp, kesip, çarpıp çıkararak yaptığı betimlemeler yer alıyor ki çok hoşuma gittiğini söylemeliyim.



Picasso’nun en sevdiğim resimlerinden bazıları burada yer alıyor. Huşu içinde müzeden çıkıyor ve derhal mağazasından magnet ve ıvır zıvır topluyorum. En sevdiğim yerler müze mağazaları , buranınki de hiç fena değil.



Barri Gotic’te biraz daha sallandıktan sonra Ender bizden ayrılıyor ve Gülda ile ne yapacağımızı düşünüyoruz. Sahile doğru yürümeye karar veriyoruz. Hedef Barcelonata’ya giderek ilk paellamızı yemek. Hedefe doğru ilerlerken İspanya’nın yaşayan en önemli ressamı Antoni Tapies’in Picasso’ya adadığı Monument Homage to Picasso adlı eseri görüyoruz. Bu eser tam da Parc de la Cıutadella’nın karşısında yer alıyor. Bu eser Picasso’nun kübist çalışmalarının anısına yapılmış.



Hadi parka gidelim diyen Gülda ile Parka da bir göz atıyoruz; Gülda’nın bu park takıntısı sonradan Madrid de iyice ayyuka çıkıyor.


Beni bir tenhada kıstırmak mı istiyor nedir?! Park gezimiz kısa sürüyor; yorgunuz çünkü.



Port Vell’e doğru yürüyoruz; yolumuzun üzerinde dev yengeçler ki bunlardan birini yeme hayali içindeyim ,



ve Kristof Kolomb heykeli çıkıyor. Sonunda Port Vell’e ulaşıyoruz ; bu marina La Rambla’nın ucunda yer alıyor. Kafeler, restoranlar ile dolu. Sonunda yemek yiyebileceğiz.

Paella ve Ben

Evet. Bu kadar söyleniyorum ama sevdiğim yemekler de var İspanya’da. Bol midyeli, kalamarlı ve karidesli paellalar! Araplardan alınan pirincin et veya deniz ürünleri bazen her ikisiyle de karışık bir biçimde safran ile açık ateşte pişirilen geleneksel bir yemek!



Karnım doyunca; mutluyum.

La Rambla


Yemekten sonra artık eve dönmeyi ama dönüş yolu olarak da La Rambla denilen bizim İstiklal Caddesi benzeri en ünlü caddesini şöyle bir gezmeyi istiyoruz.Ağaçlıklı güzel bir cadde La Rambla ve kalabalık. Gazete bayileri, sokak satıcıları, kafeler, mağazalar ve hayranlık uyandıran pandomim sanatçıları (birini gerçekten sırları dökülmüş heykel sandım!) Burayı gezerken çantalarımıza biraz daha dikkat ediyoruz. Bu caddedeki en önemli binalardan biri Gran Teatre del Liceu ki akşama orada opera izleyeceğiz.

Aaaa O DA NE? Ayağımın altında Miro mozaiği var! Hemen ayağımı çekiyorum ama herkes üstüne basıp geçiyor! Şuraya bak! Elalemin caddelerinde Miro mozaiği bulunması vakayı adiyeden bir olay!


Tam söyleneceğim;
“Gülda bak Carrefour! Market alışverişimizi yapabiliriz”.
Gülda çaresizce bakıyor;
“ taşıyacak mıyız eve kadar?”
“ben taşırım”
20 dakika sonra elimizde market torbaları, Gülda bana söylene söylene içinden [inkar etmesin biliyorum!] “ay sen bana ver, yok ben iyiyim” nezaket cümleleri ile eve gidiyoruz.
Akşama OPERADA olacağız.
Devam edecek....
Sevgiler
Billur

Gülda’nın Barselona’da İkinci Günü:

Erkenden uyandım, banyo yaptım. Kahvemi içtim. Evin internetinin gayet sağlıklı çalışmasından faydalanıp işlerimi yaptım. (Geçen sene Buenos Aires’te kiraladığımız evde internet çalışmadığı için sürekli Celeste adlı çok güzel bir Arjantinli kızla Billur’un değimi ile Tamirci Bob tavrı ile cebelleşip durduğum için bu sefer ilk iş interneti kontrol ettim.) Bir gün sonra neler yapacağımızı, akşam nerede yemek yiyeceğimizi ve gün içinde neler yapılması gerektiğini planladım.

İnternetten Madrid tren bileti almayı tekrar denedim. http://www.renfe.es/‘ten bilet almak nerede ise imkânsız. Site çok sorunlu. Zaten ileriki günlerde fark ettim ki İspanya’da internet vasıtası ile hizmet almak çok kolay değil. Restoran hizmetinde de, araç kiralamada da, hep sonunda bir kere sesinizi duymak istiyorlar sanki. Eğer benim gibi takıntılı biri iseniz, gidip tren istasyonundan tüm biletlerinizi bir kerede almanızı öneririm. Gerçi internetten alınan biletler daha indirimli oluyormuş ama Renfe Devlet Demiryollarının sanırım daha çok para kazanmaya ihtiyacı vardı.

Tekrar kahvemi içtim. Sonunda dayanamayıp, Billur ve Ender’i uyandırdım. Uyanan güzeller de, yıkanmak, mailleri kontrol etmek, kahve içmek gibi hayatsal işlerini yaptıktan sonra dışarı çıktık.

Bence tren istasyonunu çok kolay bulduk. İstanbul’dan transfer ettiğimiz şoförümüz, gerçekten Barselona’da taksi şoförlüğü yapabilirdi. Ayrıca kendisine gelen ilham ile hem İspanyolca, hem de Katalanca’da anlamaya başlamıştı. Tek sıkıntısının, İspanyolca düşünüp, Katalanca’ya çevirmek ile ilgili olduğunu ilerleyen saatlerde öğrendik.

Benzin işini çözemediğimiz için aracı teslim ederken bir miktar daha para ödeyeceğimizi düşünmüştük. Nereden bakılsa 200 Km yol yapmıştık. Ama Billur’un pek hazzetmediği Katalan hanımefendi, o da bizden olsun diyerek bize hoş bir jest yaptı. Bir sonra kiralayacağımız aracı da Atesa’dan kiralama kararı verdik.

Benim ikinci İspanya gezim olduğu ve baskın kişiliğimle yapılacaklar konusunda biraz gıcık bir tavırla (gerçi ben tavrımın Harry Potter'daki Hermione’ye benzediğini düşünmüştüm ama) yapılacaklar dosyamı açtım.

Ben İspanyol Halklarını ve yaşam tarzlarını çok beğeniyorum. Tüm tatilimi eğer İspanyollar olmasa idi Dünya başka bir yer olurdu diyerek savunmada geçirdim.

Zaten sabah kahvaltı yapmadığım için de sabaha bir kahve ya da Chocolate con Churros ile başlayıp, 10.30 gibi bira ve tortilla ile gerçek kahvaltı yapmalarını çok güzel buluyorum. Annem ne zaman sabah kahvaltı yapmadan sokağa çıkma dese; ona “tüm İspanyollar böyle yapıyor hem de çok uzun yaşıyor” deyip onu ikna etmeye çalışıyorum. Sonra saat 14.00 gibi şarap ile bir öğle yemeği arada Siesta, sonra Tapaslar ve 22.00 gibi yemek. Benim için son derece makul. Billur sevmedi ama ekmeğe domates sürmeleri çok lezzetli idi. O zaten ekmeğine salça da sürüp yemezmiş, domates suyu, domates çorbası da sevmediğini belirteyim. Lütfen hemen Katalan’lara çamur atmayalım.

Benim şehrimde kapanmak daha kabul görse de, çıplaklığın serbest bırakılmasını (2004 yılından beri Barselona'da serbest) daha doğru buluyorum. Kimse çıplak gezmek zorunda değil ama istiyorsa da gezebiliyor işte. Gerçi biz çıplak birini görmedik ama görenler oluyormuş. Sadece çıplak bisiklete binmek pek kolay değilmiş.

Ben büyüyünce Barselona’da yaşamak istiyorum. Bir şehir olsam Barselona olmak istiyorum. Ancak kimsenin evsiz olmadığı bir Barselona. O kadar çok evsiz ve dilenci vardı ki yine, tüm o mimari, o zenginlik, o yemekler, sanat eserleri ve denize rağmen çok ciddi bir acı her an gözler önünde idi. Bundan 6 yıl önce de gitmiştim, pek bir ilerleme kaydedilememiş gibi geldi.



Benim park ve asıl köprü takıntım var. Billur’u tüm park ve köprülerde fotoğraflayacağım. Park sonrası, Barcelonata’ya gidip benim en sevdiğim köprülerden biri olan köprüde yürüdük. Zaragoza’ya gidip Zaha Hadid’in köprüsünden geçemeyeceğimiz için biraz içim burkulsa da Paella’yı görünce hemen kendime geldim. Paella minimum iki kişilik yapılıyor. Ben tek başıma geldiğimde de sürekli Paella ve deniz ürünü yediğim için tüm vücudum kızarmıştı. Billur sayesinde tek başıma tüm Paella’yı bitirmek zorunda kalmıyorum bu sefer.



Market konusunda ise söyleyeceğim şudur: Gitmemiz gerekiyordu ve gittik. Hiç gereksiz bir şey almadık. Promosyonlara aldırmadık. Sadece ben torba taşımayı sevmem. Çok uzun süre Gima'nın internet sitesinden alışveriş yaptım. Şimdi de Tansaş yanı başımızda. Gerekince gidip iki domates, bir patates alıp geliyorum. En büyük korkum o market torbaları ile Barselona sokaklarında yürürken bir tanıdığa rastlamaktı. “Ne yapıyorsun Gülda burada? diyen tanıdığa, üç günlüğüne buraya gezmeye geldik tüm marketi yüklendik eve gidiyoruz mu? diyecektik.” Benim de bir duruşum var(dı). Madrid’de market alışverişi çığırından çıktı. Ayrıca bir kez daha belirtirim, torbaları Billur’a taşıtmadım. Bir büyük torba aldık, bir ucundan o, bir ucundan ben tutup sürükleye sürükleye eve getirdik.

Ben de devam edeceğim, bir de ne yaptığımızı hatırlasam.

Gülda

1 yorum:

aycan dedi ki...

Sevgili Billur ve Gülda,

İspanya Barcelona'ya 2000 yılında gittiğimde ki hayatımın en karmaşık, mutsuz ve zayıf dönemlerinden birini yaşamaktaydım pek bir şey anlamamıştım, geçmişe baktığımda ben sadece bunun için çok büyük pişmanlık duyarım. Çok gezip ama hayali fener durumu olmak var ya öyle bir dönemdi. Yaşanması gerekti ama etiketi Barcelon'ya gidip Barcelona'yı anlamamak, yaşayamamak oldu. Tüm mutsuzluğuma rağmen iştahıma hiç bir şey olmamıştı tabi ki Paella'larını dibine kadar sıyırmıştım ama olsun...

Umarım bir gün tekrar Barcelona'ya gidip elimde sizin rehber yazılarınızla gezmek nasip olur.

Aycan

İlginizi Çekebilir

Related Posts with Thumbnails