30 Temmuz 2009 Perşembe

YAVAŞ ADAM - J.M. COETZEE

Ilk defa okuduğum bir yazar Coetzee.

Geçenlerde blog’a Delibes’in Duo Des Flores adlı eserinin videosunu eklediğimde bahsetmiştim. Bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine okudum kitabı.

Sade üslubu, karakterlerin tasviri, insan ruhunun dehlizlerini anlatımındaki başarı nedeniyle diğer romanlarını da okumaya karar verdim.


1940 yılında Güney Afrika’nın Cape Town kentinde doğan Coetzee, ailesi 17. y.y’da Güney Afrika’ya gelen ilk Hollandalı göçmenlerdenmiş. Cape Town Üniversitesi’nde matematik ve İngilizce okuduktan sonra 1960’ların başında Londra’ya taşınmış. Bir süre IBM firmasında bilgisayar programcısı olarak çalışmış.

İlk yıllarını 1997 yılında yayımlanan kitabı Boyhood’da, Londra’da geçirdiği dönemle ilgili tecrübelerini de 2002 yılında yayımlanan Youth adlı kitabında anlatmış.

Doktorasını Teksas Üniversitesi’nde yapmış, 1971 yılına kadar New York Eyalet Üniversitesi’nde İngilizce ve Edebiyat dersleri vermiş.

1971 yılında ABD’de kalıcı oturma izni için başvurmuş, ancak Vietnam Savaşı karşıtı protesto faaliyetlerinde adı geçtiğinden bu talebi reddedilmiş.

Sonrasında Güney Afrika’ya dönen Coetzee Cape Town Üniversitesinde ders vermeye başlamış.

2002 yılında emekli olduktan sonra Avustralya’nın Adelaide bölgesine yerleşmiş, 2006yılında Avustralya vatandaşı olmuş.

İki uzun öyküden oluşan ilk romanı Dusklands’de Vietnam’daki Amerikalılar ile Güney Afrika’daki Hollandalı yerleşmeciler arasındaki koşutlukları irdelemiş. Barbarları beklerken adlı romanı, 1980’de Güney Afrika’daki saygın Central News Agency Edebiyat Ödülü’ne layık görülmüş. İngiltere’nin en saygın edebiyat ödülü olan Booker Ödülü’nü ise 1983’te Michael K. Nasıl Yaşadı? adlı romanıyla, 1999’da da Utanç adlı eseri ile iki kez almış.

Coetzee, 2003’te Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer bulunmuş.


Yavaş Adam, 60 yaşlarında fotoğrafçı Paul Rayment’ın bisiklet kazası ile başlıyor.

Annesi, babası ve kardeşi ölmüş, eşinden boşandıktan sonra da tek başına yaşamaya başlayan Paul Rayment, kasvetli olarak nitelendirilen büyük siyah mobilyalarla döşenmiş evinde, kendi dağınık dünyasında, ölümünden sonra devlet kütüphanesine bağışlamayı düşündüğü Fauchery orijinal fotoğraf koleksiyonu ve kitapları ile yaşamaktadır.

PR (yazar kitapta da Paul Rayment’ı sık sık bu şekilde adlandırıyor), araba kullanmaz, hep bisiklete biner. Bilgisayarı sadece yazılarını yazmak için kullanır, internete bağlanmak için, search yapmak için veya chatleşmek için kullanmaz. Fotoğraflarını karanlık odada tabetmeyi tercih eder, dijital baskı ise orijinal fotoğraf baskıcılığına yapılan en büyük haksızlıklardan biridir onun için.

Wayne Blight’ın arabasıyla bisikletine çarpmasından sonra bir bacağını dizden itibaren kaybeden PR, hayatının geri kalanını birilerine bağımlı olarak geçirmek durumunda kalmasıyla birlikte sakin kişiliğini de yitirir.

Sosyal hizmetler görevlisi Bayan Putts’un ısrarlarıyla birkaç başarısız bakıcı tecrübesinden sonra, Avustralya’ya Hırvatistan’dan göçmüş olan Marijana doğru kişi olarak PR’a bakmaya başlar.

Marijana evli ve 3 çocuk annesidir.

Yalnızlığa ve kısıtlı harekete mahkum olan Paul, Marijana’ya tutkuyla bağlanır. Onu bir gün bile görmese, evin içinde hareketleri ile yarattığı enerjiyi özlediğini fark eder. Üstelik Marijana’nın fotoğrafını gösterdiği oğlu Drago’yu da hiç sahip olamadığı oğlu yerine koymaya başlar.

Tutkusuna yenik düşmeye başladığı noktada ise, Coetzee’nin daha önceki eserlerinde de ana karakterlerden biri olan yazar Elizabeth Costello çıkar ortaya.

Paul’un akıl hocalığını, yol göstericiliğini üstlenir Costello bu romanda.

Paul, Marijana ve ailesini kanatları altına alıp, hiç doğmamış oğlu yerine koyduğu Drago’nun okul masraflarını üstlenmek ister.

Marijana ve ailesi ise Paul’ün bu ilgisinden rahatsızlık duymaya başlar ve aileyi parçalamaya çalıştığına inanırlar. Marijana, Paul’ün evine gidişlerini seyrekleştirir.

Elizabeth Costello, iki yaşlı insan olarak çok fazla ömürlerinin kalmadığını, son yıllarını yalnızlık içinde geçirmek yerine birbirlerine sırtlarını dayayarak güven içinde geçirmeyi teklif eder.

Kitabı okurken Paul Rayment’ın yalnız yaşlılığını düşündüm. Kendisine bakmaktaki acizliğini, hareketlerindeki kısıtlanmayı, yaşlılığın getirdiği vücut kokusunu anlatışını…

Henüz kendimi konumlandıramadım, daha yapacak çok şeyim olduğundan, oğlumu büyütmek zorunda olduğumdan bilinçaltımın derinliklerine itelediğim bir konu. Ama gözümün önündeki canlı örneklerini, annemi ve babamı düşündüm. Onları gözledim. Koltukta ağrıyan uzuvlarını çaresizce ovalarken, bazen Emre ile yarışacak kadar çocukça davranırken, artık eski enerjilerinin tükenmesi ile hafif kırgın isyanlarını dile getirirken…

Sanırım aşağıdaki satırlar, dile getirilmese bile tüm yaşlıların kafasında yer eden düşünceleri yeterince açıklıyor.

Paul Rayment : “Çocuklarının senin için bir şeyler yapmalarının vakti gelmedi mi?”

Elizabeth Costello: “Çocuklarım çok uzaktalar Paul, engin denizin ötesindeler. Ama sorunun cevabı hayır, çocuklarıma yük olmayı asla istemem. Olmazsa huzurevine giderim. Gerçi orada bana istediğim gibi bakmazlar korkarım.”

Paul Rayment: “Nasıl bir bakım istiyorsun ki? ‘Sevgiyle bakılmak’ mı?

Elizabeth Costello: “Evet, bu zamanda gerçekten zor bulunan bir şey, sevgiyle bakılmak. İnsan sadece iyi bir bakıcıyla yetinmek zorunda kalabiliyor.”

Peyman

3 yorum:

Adsız dedi ki...

' Sevgiyle Bakılmak !.. '

Doğru kullanıldığında en basit kelimelerin kuvveti, benim gibi bu kargaşa içinde pembe gözlüklerini çıkarmak istemeyen hayalperestleri bile hüzünlendiriyor!..

(Ayşe)

Peyman dedi ki...

Billur'un da maillerde belirttiği gibi yazı hüzünlü olmuş, ama inan kitap ta öyle hüzünlü. Hatta hatırlarsan sana MSN'den yazarken YAVAŞ gidiyor demiştim. Çünkü satır aralarında mola verip, hayatımı, kendimi, sevdiklerimi sorguladım.

billur dedi ki...

Sevgili Peyman;
Sanırım ikimiz de aynı zamanlarda biraz iç burkan ve hüzünlü yanları olan kitapları okumuşuz. Yaşlanmak gerçekten çok zor ve yaşlı olmak da..Sanırım ölümden korkmaktan daha çok yaşlanmaktan korkuyorum çünkü ölümün ne zaman ve nasıl geleceği belli olmuyor..Kaldı ki yaşı da yok. Geçen gün Datça Aktur AŞ'nin genel kurul toplantısındaydım ve en genç insan en az benden 20 yaş büyüktü.Tüm yaşlıları bir arada gördüm ve sanırım yaş bir noktaya gelince nasıl çocuklaşıldığına şahit oldum. Biraz öfkelendim,kızdım ayrıca davranışlarına hepsinin, biraz acı çöktü içime ve kendime daha iyi bakacağıma söz verdim ve sonuna kadar uğraşacak bir şeyim olması için çabalayacağıma da
.... Hele dönüş yolunda yanıma oturan 90 yaşındaki beyin "yarın sabah bize kahvaltıya gelin, eş dpst kalmadı artık, insan sohbet, iki kelam edecek insan arıyor bir müddet sonra, yalnızlık çekilmiyor yaşlılıkta" deyince ne diyeceğimi bilemedim. Sevgiyle bakılmak ve sevgiyle ahbaplık isteniyor galiba...İtilmek yaşlı diye bir kenara konulmak sanırım en gücüne giden şey insanın...
sevgiler
billur

İlginizi Çekebilir

Related Posts with Thumbnails