28 Temmuz 2009 Salı

DİNO BUZZATİ -TATAR ÇÖLÜ


Artık ben " Tatar Çölü'nü Okuyanlar" tarafındayım zira bir rivayete göre kimileri "bu ayrımı Mehmet Eroğlu yapıyor" diyor) insanlar Tatar Çölü'nü okuyanlar ve okumayanlar diye ikiye ayrılıyormuş.Benim okumayanlar tarafından ayrılıp öbür tarafa dahil olmama Gülda'nın bir kaç ay önce Mehmet Eroğlu'nun Okuma Listesi'ni bloga girmesi vesile oldu. Ben de bu listeyi takip edip orada önerilen her kitabı okumaya karar verdiğimde listenin başında Dino Buzzati'nin Tatar Çölü adlı romanı olduğunu gördüm.El mahkum kitabı aldım ve Datça tatilimde okumaya karar verdim. Daha önce hiç Dino Buzzati okumamıştım ve kütüphanemde de sadece "Öylesine Bir Aşk" adlı romanı olduğunu gördüm ama ben 20 yüzyılın başyapıtlarından biri olan Tatar Çölü'nü okuyacaktım. Kaytarma olmazdı.

Peki kimdi bu Dino Buzzati? Dino Buzzati Traverso'nun 1906'da doğmuş olduğunu ve 1972yılında da öldüğünü ve İtalyan romancı öykü yazarı ressam şair ve gazeteci olduğunu öğrendim. 1933 yılında ilk romanı “Barnabo della Montagne” (Dağların Barnabosu) yayımlanmış ve hemen arkasından Corriere dele sera tarafından Filistin'e gönderilmiş.


İkinci romanı “Il Seecreto del Bosco Vecchio” (Eski Korunun Gizemi) 1935'te, 1940 Haziran'ında da başyapıtı Il deserto dei Tartari (Tatar Çölü) yayımlanmış. Üç yıl bir savaş gemiside görev yaptıktan sonra savaş sonunda Tatar Çölü büyük ilgi görüyor ve Buzzati'yi bir anda İtalya'nın önde gelen yazarlarından birine dönüştürüyor. Uluslar arası başarısı ise Tatar Çölü'nün “Le Desert des Tartares” adıyla 1949 yılında Fransa'da basılmasından sonra gerçekleşiyor ve kısa sürede 20'den fazla dile çevrilmesine neden oluyor. 1953 yılında en başarılı oyunu olarak kabul edilen “ Un caso clinico” (Klinik Bir Vaka) gösteriliyor. Bu oyun 3 yıl sonra Albert Camus tarafından adapte edilerek Fransa'da gösteriliyor ve büyük başarı sağlıyor.

1963 yılında beşinci ve son romanı olan “Un amore” (Bir Aşk) yayımlanıyor. Buzzati 1958 yılında toplama öykülerinin yer aldığı kitapla İtalya'nın en önemli edebiyat ödülü olarak kabul edilen Strega Ödülü'nü; 1970 yılında da Ay'a ayak basan ilk insan hakkında kaleme aldığı makalesiyle de Mario Massai Ödülü'nü alıyor.Tatar Çölü aynı zamanda filme de alınmış.


Tatar Çölü'nün kahramanı Giovanni Drogo....Kitap onun Bastiani Kalesi'ne atanması ile başlıyor ve kaderin ağlarını onun için nasıl ördüğünü düşünürken aslında kendisinin kaderin ağlarını örmesine nasıl katkıda bulunduğuna trajikomik bir şekilde tanıklık ediyorsunuz.

İşin başında Drogo'nun kaleyi ilk andan itibaren terk etme isteğini, hatta bunun için çabaladığını (ya da çabaladığı izlenimini ediniyorsunuz) düşünüyorsunuz ancak giderek kaleye alıştığını,ilk başta yadırgadığı herşeyin zamanla kendisi için olağan bir hal alıp sıradanlaştığını ancak bunları değiştirmek için de hiçbir şekilde (ama ciddi bir şekilde ve değişiklik meydana getirecek bir biçimde) harekete geçmediğini görüyorsunuz. Ancak bunun farkına varmadığını, varmamak için de mantıklı hiçbir gerekçe olmamasına rağmen -gerçekliğinden bile emin olmadığı- bir söylentiyi nasıl umuda dönüştürdüğünü acı bir şekilde izliyorsunuz.


Drogo hayatı elinden akıp gider ve alışkanlıklarının yarattığı o güvenli ve hareketsiz dünyada ilerlerken hayatının fırsatını elde etmeyi umud ediyor.... Ve Bekliyor....Hepimizin beklediği gibi...(kimi zaman bir adamı, bir kadını,kariyerimizin parlak hale gelmesini ki çoğumuz içinde bulunduğumuz o işten nefret eder hale gelmişken) Bu fırsatın doğmasını ve umutlarının gerçek olmasını....Bir gün Düşman gelecek ve o kahraman olma fırsatını elde edecek...Kimdir bu düşman? Kuzeyden gelecek olan Tatarlar... Tatar Çölü'nden gelecek olan saldırı....Halbuki böyle bir şeyi umud etmek için herhangi bir tek geçerli bir nedeni bile yoktur. Tam tersine Drogo başkaları tarafından yaratılan bir umudun gerçekleşmesini dilemektedir ve kendi dünyası ve hayatı için bir şey ümit etmekten bile aciz duruma düşmüş ve başkalarının umuduna sığınmıştır adeta.

Hep bekler...Önünde uzun bir zaman vardır..... Gerçekten var mıdır bu zaman? Yoksa istediği değişimin ve mucizenin bir türlü olmaması ve hayatının değişmemesi nedeni ile uzun zaman dilimleri var gibi mi gelmektedir ona? Bazen şüpheye kapılır... Başka seçenekleri olduğunu hatırlar...O seçeneklerin ardından gitmek için adım atar ama yabnacılaşmış hisseder ve yine kalesine geri döner...Endişe duyar ama beklemeye devam eder...Değişim yaratmak ister ama kendi yarattığı girdaba kapılıp gider..Değişimi yaratmayı, beklemeyi sona erdirmeyi istediğini hatta çaba gösterdiğini kendi kendine düşünür ama kader sanki hep engel olur... ya da bu kader bahanesine sığınır...Sonunda yitip gider...Ancak yitip giderken bile hala mucizenin olacağına dair küçük bir kırıntı taşımaktadır...


Tatar Çölü zamanın durduğu Datça kıyılarında bana yaşamak, yaşama tutunmak ancak bunları gerçekleştirmek için çabalamak ve cesaret göstermek gerektiğini hatırlattı. Hepimiz hergün ilk gençlik yıllarının ardından aynı şeyleri yapıyoruz, kendimizi bir sürü bağımlılık ve alışkanlıklardan ibaret bir kalenin arkasında gizleniyoruz...Bu kalenin dışından gelecek her türlü "saldırı" (değişiklik) için hazırlıklıyız...Hiçkimsenin ve hiçbir şeyin bu kaleyi yıkmasına izin vermek istemiyoruz....Ama belki de kendimizi hapsediyoruz alışkanlıklarımızdan örülü sıradan dünyamızın kısır döngüsüne....Ancak içimizde de hep bu sırdanlıktan şikayet ediyoruz...Değişmesini umud ediyor...Bu umudun gerçekleşmesi için de bekliyoruz....Aslında hiçbir şey yapmadan bekliyoruz...Çünkü gereken yeterli cesareti gösteremiyoruz bir türlü...Sonra da bahanelerimize sığınıyoruz...Kaderci oluyoruz.. Kendimize acıyor ve "bu da benim yazgım" işte diyoruz...Değiştiremeyeceğimizi düşünüyoruz...

Ancak çaba göstermek gerekiyor...Güçlü bir şekilde, bahaneler bulmadan....Yoksa önümde uzun bir zaman var dediğiniz andan itibaren her an geçmişe kayıp gidiyor ve bir süre sonra hevesiniz de ölüyor..Hevesimizi, özellikle yaşam hevesimizi canlı tutmalıyız...

Bazı zamanlar hayatımı düşünürüm ve çocukluk yıllarımla 28 yaşına kadar dönem hala canlıdır ve sonrasının nasıl geçtiğini bir türlü çözümleyemem...Şimdi kırklı yaşlara azıcık kalmışken etrafıma şaşkınlık içinde bakmaktayım. 28 ila 38 arasında ne oldu? İlk gençlik yıllarım nasılda aklımda ve taze.....Ama sonrasında çok şey olmasına rağmen zaman akıp gitmiş....Bir şuursuzluk sarmış bedenimi ve ruhumu ...Sonra Dino Buzzati'nin şu satırları bana cevap verdi ve sarsıldım:

O zamana değin, çocukken insana sonsuz gibi görünen bir yolda yılların yavaş yavaş ve hafifçe geçtiği, böylece hiç kimsenin akıp gittiklerinin ayırdına varmadığı bir yolda, hep ilk gençliğinin kaygısızlığıyla ilerlemişti. İnsan bu yolda, sakin sakin, çevresine merakla bakarak ilerlerdi, aceleye gerçekten hiç gerek yoktu, ne arkanızda sizi sıkıştıran, ne de tabii, bekleyen hiç kimse bulunmazdı, arkadaşlarınız da kaygısız oynamak için sık sık durarak ilerlerdi. Evlerinin kapısından büyükler size dostça selam verir ve suçortaklığı dolu gülüşlerle ufku gösterirlerdi; böylece yürek yiğitçe ve tatlı arzularla çarpmaya başlar ve insan kendisini az ötede bekleyen harikulade şeylerin umudunu tadar; gerçi o şeyler henüz uzaktadır ama bir gün onlara ulaşılacağı kesin, tartışmasız bir biçimde kesindir.

Daha çok yol var mıdır? Yoo, şu ilerdeki nehri geçmek, şu yeşil tepeleri aşmak yeterlidir. Belki de varmışızdır bile. Şu ağaçlar, şu kırlar, şu beyaz ev belki de bizim aradığımız şeylerdir. Bir an bunun doğru olduğuna inanıp, orada durmak isteriz. Sonra, kulağımıza ilerde daha iyisinin olduğu çalınır ve tasasız bri biçimde yeniden yola koyuluruz.
İnsan böylelikle umut dolu, kendi yolunda gider durur; günler uzun ve sakindir, güneş yukarıda gökyüzünde parlamakta ve akşam bastığında üzülerek yok olmaya yüz tutmaktadır.

Ama bir noktada, belki de içgüdüsel olarak, insan geri döner ve arkasında bir kapının kapanarak dönüşü olanaksız kıldığını fark eder. İşte o zaman bir şeylerin değişmiş olduğunun ayırtına varırız; güneş eskisi gibi kıpırtısız değildir, hızla hareket etmektedir; ne yazık ki henüz bakmaya bile fırsat bulamadan, onun ufkun ucuna doğru hızla kaydığını, bulutların da gökyüzündeki mavi koylarda hareketsiz durmadığını, birbirlerinin üzerine çıkarak kaçtıklarını, iyice acele ettiklerini görürüz; zamanın geçtiğini ve günü gelince yolun zorunlu son bulacağını anlarız."

PEKİ BEN BU YOLUN NERESİNDEYİM? PEKİ SİZ NEREDESİNİZ? DÖNÜŞÜN OLANAKSIZ OLDUĞU YERE DAHA ÇOK VAR MI? YOKSA BİR ŞEYLER DEĞİŞTİ Mİ FARKINA VARAMADAN? YA DA DEĞİŞTİ DE BEN HALA FARKINA VARMAK MI İSTEMİYORUM....ACABA ŞİMDİ HEMEN DURDUĞUM NOKTADAN HAREKET ETSEM....UMUDUN YANINDA HAREKETE DE GEÇSEM...ÇABA GÖSTERSEM....SAPLANIP KALDIĞIM VE DEĞİŞMESİNİ UMDUĞUM VR BEKLEDİĞİM HAYATIMDAKİ BAZI ŞEYLER İÇİN ELİMDEN GELENİN EN İYİSİNİ YAPSAM....BENİM İÇİN UMUT VAR MI? BEKLEYEN DEĞİL DE BEKLENİLEN OLSAM....KALEMİ TERK ETSEM....SİZLER BANA EŞLİK EDER MİSİNİZ? HAYDİ UZATIN ELİNİZİ....

YOKSA KORKUYOR MUSUNUZ? SİZİN BİLE OLMAYAN HAYALLER İÇİN BEKLEYECEK MİSİNİZ ? YOKSA ALIŞKANLIKLARINIZDAN KOPAMAYACAĞINIZI DÜŞÜNÜYOR VE BUNA MI İNANIYORSUNUZ? HAYDİ TUTUNALIM BİRBİRİMİZE YOKSA SONRA NE OLACAK BİLİYOR MUSUNUZ? ARKAMIZA DÖNECEK VE KAPANMIŞ KAPILARI AÇAMAYACAĞIZ BİR DAHA VE HİÇBİRİMİZ DİĞERİNİN HAYATINDA BEKLEDİĞİ MUCİZENİN GERÇEKLEŞMEMİŞ OLMASINI DİLEYEREK BİRBİRİMİZİ -ACI AMA GERÇEK- AVUTUR OLACAĞIZ "DAHA ÇOK ZAMAN VAR...HALA GEÇ KALMIŞ DEĞİLİZ DİYE"....

Sevgiler
Billur

Hiç yorum yok:

İlginizi Çekebilir

Related Posts with Thumbnails