21 Ocak 2015 Çarşamba

KURT SEYT VE SHURA - NERMİN BEZMEN




KURT SEYT VE SHURA - NERMİN BEZMEN




kurt-seyt-shura-nermin-bezmen
29 Ağustos 2014 tarihinde kontrol edilmiş kararlı sürüm gösterilmektedir.İnceleme bekleyen 1 değişiklik

Kitap: Bir Başvekil Sevdim
Yazar : Melike İlgün

Mekan : Nossa Costa Ataköy Marina

Tarih : 10 Haziran 2014

Sunucu: Berna

Katılımcılar: Aycan, Ayşe, Ayşen, Aysun, Belkıs, Bilgen,
Billur, Gülda, Gülden, Peyman, YoncakitapKİTA bulunmaktadır.


Kitap  : Kurt Seyt ve Shura
Yazar : Nermin Bezmen

Mekan : İl Gusto Ristorante

Tarih : 30 Eylül 2014

Sunucu: Bilgen

Katılımcılar: Aycan, Ayşe, Ayşen, Aysun, Belkıs, Bilgen,
Billur, Gülda, Gülden, Peyman, Yonca
EKİM DEVRİMİ


Ekim Devrimi sırasında Kızıl Muhafızlar
Ekim Devrimi, Bolşevik Devrimi ya da Rus Devrimi (Rusça: Октябрьская революция / Oktyabrskaya revolyutsiya), Çarlık Rusyası'nda Jülyen takvimi'ne göre 25 Ekim 1917'de, (Miladi takvime göre 7 Kasım 1917) Petrograd'daki Kışlık Saray'ın Lenin önderliğindeki Bolşeviklerin eline geçmesiyle başlayan ve Sovyetler Birliği'nin kurulmasına yol açan olaylar dizisidir.
Ekim Devrimi, 1917 Şubat Devrimi ile başlayan devrimci sürecin ikinci aşaması olarak değerlendirilir. Ekim Devrimi ile Temmuz Günleri ile iktidarı tekleşerek ele geçiren ancak Kornilov Olayı ile güç ve destek kaybeden Geçici Hükümetten iktidar alınmış Bolşeviklerin ve müttefikleri olan Sol SR’ların çoğunlukta olduğu Sovyetlere verilmiştir. Bu gelişmelerin üzerine Bolşevik karşıtı monarşi yanlısı Beyaz Ordu, Rus İç Savaşını başlatmıştır. 1922 yılında iç savaştan galip çıkan Bolşevikler Sovyetler Birliği'ni kuracaklardır.
Başlangıçta, olaydan Ekim Darbesi (Rusçası: Октябрьский переворот) veya 25 Ayaklanması olarak bahsedilir[1]. Zamanla Ekim Devrimi yaygınlık kazandı. Devrimin 10. yıldönümü olan 1927 yılından itibaren resmi olarak Büyük Ekim Sosyalist Devrimi (Rusçası: Великая Октябрьская Социалистическая Революция) olarak adlandırılmaktadır.
20.yüzyıla girildiğinde Rusya İmparatorluğu ısrarlı olarak uyguladığı otokratik rejim yüzünden ve bünyesinde barındırdığı farklı ulusların maruz kaldığı baskılardan ötürü uluslar hapishanesi olarak adlandırılmaktadır. Rusya Rus-Japon Savaşı ile askeri olarak büyük darbe almış, iç siyasi hayatta da 1905 Devrimi ile büyük altüst oluşlar yaşar. Kırılgan bir ekonomisi olan Çarlık rejimi I. Dünya Savaşına girecek ve uzun süren savaşın etkisi cephedeki askerler başta olmak üzere tüm halk tarafından hissedilecektir. Sonunda bu rahatsızlıklar 1917 yılının ilk aylarında Şubat Devrimi olarak adlandırılan olaylarla patlak verir ve Çarlık rejimi devrilir.
O zamana kadar toplanmakta olan Duma çoğunluğunu Çarlık rejimine yakın çevrelerin oluşturduğu milletvekilleri Geçici Hükümeti kurduklarını ilan ederek yönetimi almaya çalışsa da tabanda örgütlenen asker, köylü ve işçi sovyetleri de alternatif iktidar olarak ortaya çıkar ve ikili bir iktidar dönemi yaşanır.
Ancak Geçici Hükümetin uyguladığı poltikalar Çarlık rejimi politikalarından pek de farklı olmadığından ötürü rahatsızlıklar sürmektedir.
Şubat Devriminin çıkış sebeplerinden birisi olan halktaki barış isteği dikkate alınmamış, İtilaf Devletlerinin istekleri doğrultusunda I. Dünya Savaşına devam edilmiştir. Mayıs ayında yaptığı açıklamada Geçici Hükümetin Dışişleri Bakanı Pavel Milyukov savaşa devam edileceğini ve zafere ulaşılana dek mücadelenin süreceğini açıklamıştır. Rus cephesindeki Alman ordularının Batı cephesine kaydırılmasını istemeyen İtilaf Devletlerinin baskısıyla alınan bu karar halkta galeyana yol açmış ve protesto edilmiştir.


1917 Temmuz Günleri protestoları
Temmuz ayında Almanya İmparatorluğu ordularına karşı düzenlenen ve başarısızlıkla sonuçlanan saldırıdan sonra eylemlerde 500 bin işçi Geçici Hükümetin istifasını istemiştir. 16 temmuz günü kendiliğindne başlayan ve Temmuz Günleri olarak adlandırılan olaylarda askerler ve işçiler sovyetler lehine iktidarı almaya kalksalar da başarılı olamayacak ve Geçici Hükümet tarafından bastırılacaktır. Sovyet yönetimindeki Menşevik ve SR’lar da ayaklanmayı desteklememiş, bastırılmasından yana olmuşlardır. Gösterilerin bastırılması sırasında 56 kişi ölecek, 560 kişi de yaralanacaktır.
Bu dönemden sonra artık Sovyetler Geçici Hükümet karşısında bastırılmış durumdadır. Rus ekonomisi bu sırada felakete doğru gitmektedir. Sanayi ve ulaşımdaki düzensizlikler üretimin 1916 yılları seviyesine düşmesine yol açmış, kapanan işletmeler yüzünden yoğun işsizlik yaşanmaktadır. İşçilerin eline geçen ücret düşmüş ve alım gücü 1913 yılı seviyelerine gerilemiştir. Ülkenin borçları 50 milyar rubleyi aşmış durumdadır ve iflasın eşiğindedir.
Temmuz Günlerini özellikle Bolşeviklere karşı baskı dönemi izler. Lenin Finlandiya’ya kaçacak, Troçki başta olmak üzere çok sayıda Bolşevik lider tutuklanacaktır. Kurulan yeni Geçici Hükümette Aleksandr Kerenski başbakan olur.
Kerenski’nin bilgisi dahilinde ve Petrograd’daki sosyalist örgütlere karşı Çarlık Ordusu komutanlarından Lavr Kornilov komutasındaki Kazak Ordusu şehre gelerek sıkıyönetim ilan etmek ve idareyi ele almak için ilerler. Kornilov Olayı olarak bilinen olay sırasında Kerenski paniğe kapılarak darbenin kendisini de tasifye edeceğini anlar ve o sırada en güçlü ve en örgütlü siyasi güç olan Bolşeviklerden yardım ister. Petrograd, Moskova, Kiev, Harkov ve diğer şehirlerdeki Bolşevik işçi ve askerler Kornilov karşıtı eylemler yaparlar. Bolşevik Parti Merkez Komitesi 27 Ağustos 1917’de yaptığı açıkalmada Şubat Devrimi ile kazanılan herşeyi boğmak için Petrograd’a ilerleyen Kornilov birliklerinin durdurulması çağrısı yapar. Özellikle demiryolu işçilerinin engellemesi ve Kazak Bolşevik askerlerin propagandası sonucu Kornilov’un ordusu dağılır ve darbe girişmi başarısız olur. Bu olayda Bolşeviklerin gücü sınanmış olacak ve iktidarın alınamsında önemli bir evre geçilmiş olacaktır.
Kornilov’un darbesinin başarısız olmasıyla beraber Bolşeviklerin saygınlığı ve Sovyetlerdeki desteği artar. Petrograd, Moskova başta olmak üzere Briansk, Samara, Saratov, Tasritsyn, Minsk ve Kiev Sovyetlerinde çoğunluğu kazanırlar. Tüm Rusya Sovyetler Merkezi Yönetim Komitesi iktidarın alınması yönünde karar alır.
Eylül ve Ekim aylarında Moskova ve Petrograd sanayi işçileri, Donbas maden işçileri, Ural metal sanayi işçileri, Bakü petrol işçileri, tekstil işçileri ve demiryolu işçileri sayısız grev yaparak Geçici Hükümeti protesto ederler. Bu iki ay zarfında toplamda 1 milyon işçinin grev süreçlerine katıldığı düşünülmektedir. İşçiler çoğu fabrika ve işyerinde yönetimi ele almış ve üretim ile dağıtımı kontrol etmekteydi.
Ekim 1917’ye gelindiğinde kırda da benzer bir durum vardır. Büyük toprak sahiplerine karşı yoksul köylüler tarafından 4 binin üzerinde ayaklanma eylemi kaydedilmiştir. Geçici Hükümetin toprak sahiplerinden yana davranması ve ayaklanmaları bastırmak için askeri birlik göndermesi yoksul köylüleri de toprakların kendilerine verileceğini söyleyen Bolşeviklere yakınlaştıracaktır.
Cephede, şehirlerdeki garnizonlarda ve savaş gemilerindeki askerler ve bahriyeliler de açıkça Geçici Hükümeti tanımadıklarını ilan edecek ve seçilmiş temsilcilerini Sovyetlere göndererek iktidarın alınmasından yana görüş bildireceklerdir.


Geçici Hükümetin devrildiğini bildiren ilk açıklama
10 Ekim günü toplanan Bolşevik Merkez Komitesi silahlı ayaklanma gündemiyle toplanır ve 10-2 oyla ayaklanma lehine karar alınır.
25 Ekim 1917 tarihinde Bolşevikler başkent Petrograd’da artık işlemez haldeki Kerenski önderliğindeki Geçici Hükümete karşı hareket geçer. İktidarın alınması sırasında kan dökülmez ve Bolşeviklere bağlı Kızıl Muhafızlar neredeyse hiçbir direnişle karşılaşmadan tüm hükümet ve devlet binalarını ele geçirip son olarak Kışlık Saraya 25-26 Ekim gecesi saldırırlar. Bu saldırı bolşevik önder Vladimir Antonov-Ovseenko tarafından sevk ve idare edilir. Saldırı için işaret Aurora kruvazöründen kurusıkı ateşlenen top ateşidir. Kazaklar, askeri öğrenciler ve kadınlar birliği tarafından korunan saray sabaha karşı saat 02 sularında düşer. Devrimin resmi tarihi 25 Ekim olacaktır. İktidar fiilen alındıktan sonra toplanmakta olan ve çoğunluğunu Bolşevik ve müttefikleri olan Sol SR vekillerinin oluşturduğu 2. Tüm Rusya Sovyetler Kongresine iktidarın teslim edildiği ilan edilir.
2. Tüm Rusya Sovyetleri Kongresindeki 670 delegenin yaklaşık olarak yarısına karşılık gelen 300’ü Bolşevik, yaklaşık 100’ü de Sol SR olduğundan kongredeki çoğunluk Aleksandr Kerenski hükümetinin devrilmesini onaylayacaktır. Kışlık Sarayın alınma haberi kongreye ulaştığında iktidarın İşçi, Asker ve Köylü Vekilleri Sovyeti olarak alındığı ilan edilecek ve Ekim Devrimi onaylanacaktır. Kongrede bulunan sağ kanat ve SR temsilciler alınan kararı protesto edip kongreyi terk edecektir. Protestoya katılıp Lenin ve Bolşeviklerin yasadışı şekilde iktidarı aldığını belirten Menşevikler de kongreden ayrılır Ertesi gün Kongre yeni Sovyet hükümetininin temeli olan Halk Komiserleri Konseyini (Rusçası: Совет народных коммиссаров, Latin harfleriyle kısaltması Sovnarkom’dur) seçer. Kurucu Meclis toplanıncaya kadar iktidarda olacağı açıklanan Sovnarkom ilk olarak Barış ve Toprak Kararnamelerini kabul ederek I. Dünya Savaşından çekildiklerini ve büyük toprak sahiplerine ait toprakların da yoksul köylülere dağıtıldığını açıklar.


Ekim Devrimi sırasında Lenin'i resmeden Sovyet pulu (1987)
Sovnarkom’da görev dağıtımı aşağıdaki şekilde olur:
Halk Komiserliği
Komiser
Başkan
Sekreter
Tarım Halk Komiserliği
Savaş İşleri Halk Komiserliği
Deniz İşleri Halk Komiserliği
Ticaret ve Sanayi Halk Komiserliği
Eğitim Halk Komiserliği
Gıda Halk Komiserliği
Dışişleri Halk Komiserliği
İçişleri Halk Komiserliği
Adalet Halk Komiserliği
Çalışma Halk Komiserliği
Milletler Halk Komiserliği
Telgraf ve Posta Halk Komiserliği
Demiryolları Halk Komiserliği
(boş)
Maliye Halk Komiserliği
Sovnarkom, kendisine karşı cephe alan başta Kadetler olmak üzere özellikle monarşi yanlısı partilerle, Kerenski kabinesi üyelerini tutuklar[5]. 20 Aralık 1917’de devrimi korumak için Çeka (Rusçası: Vserossiiskaia chrezvychainaia komissiia po bor'be s kontrrevoliutsiei i sabotazhem, Tüm Rusya Karşı-Devrim ve Sabotajla Savaş Olağanüstü Komisyonu) kurulacaktır. Şehirde işçilerin ve kırda da köylülerin ittifakını simgeleyen orak ve çekiç Sovyetler Birliğinin arması olarak kabul edilir. Sovnarkom’un aldığı ve uyguladığı ilk kararlarda 1871 yılındaki ilk işçi iktidarı denemesi olan Paris Komününün etkisi hissedilir[6]. Alınan kararlar arasında en önemlileri arasında şunlar sayılabilir:
  • Tüm bankalar kamulaştırılmıştır.
  • Tüm fabrikaların denetimi Sovyetlere geçmiştir.
  • Tüm banka hesaplarına el konmuştur.
  • Kiliselerin bütün malvarlıklarına (banka hesapları dahil) el konulmuştur.
  • İşçi asgari ücretlerine zam yapılmış ve sekiz saatlik işgünü kabul edilmiştir.
  • Bütün dış borçlar reddedilmektedir.


Rus İç Savaşına müdahale eden İngiltere tarafından hazırlanan propaganda posteri. Bolşevikler kızıl bir canavara benzetilmiştir. İngiltere ise Beyaz Orduya yardıma gelmektedir.
Ana madde: Rus İç Savaşı
Bolşeviklerin Rusya İmparatorluğunun diğer şehirlerinde iktidarı ele geçirmeleri de zor olmayacaktır[7]. Bolşevikler çok uluslu Rusya topraklarında özellikle Rus olmayan bölgelerde bağımsızlık talebinde bulunan yerel hareketler iktidarın alınmasını zorlaştırmıştır. Örneğin Ukrayna Rada’sı 23 Haziran 1917’de otonom olduğunu ilan etmiş, 25 Ocak 1918’de de bağımsız olduğunu ilan etmiştir. I. Dünya Savaşı sırasında Doğu cephesinde engelsiz ilerleyen Alman İmparatorluğu birlikleri de Sovyet karşıtı Ukrayna bağımsızlığını desteklemiş ve Ukrayna’daki Bolşeviklere karşı katliam uygulanmıştır. Ekim Devrimi ile parlamenter sistemden sosyalist temsil sistemine geçilmiştir. Ancak Ekim Devrimi ile görece kansız şekilde alınan iktidar, Bolşevik karşıtlarının örgütlenerek Beyaz Ordu’yu oluşturmaları ile kanlı bir iç savaşa sürüklenecektir. İtilaf Devletleri ülkenin her tarafına asker çıkartarak iç savaşa dahil olacaktır. Bolşevikler 1918-1922 yılları arasında süren ve ülkenin çok büyük yıkıma uğramasına yol açan iç savaştan zaferle ayrılacaktır. Bolşevikler savaş yıllarında şehirleri ve Kızılordu’yu öncelikli olarak beslemek için uygulamaya koyduğu Savaş Komünizmi politikaları çok sayıda köylü ayaklanmasına yol açacak[8], en son yaşanan Kronstadt Ayaklanmasından sonra 10. Parti Kongresi kararıyla NEP uygulamaları devreye sokulacaktır. Dış borçlarını tahsil edemeyen ve Çarlık rejiminin devamını talep eden İtilaf Devletlerinden ABD 1933 yılına kadar Sovyetler Birliğini tanımayacaktır. Avrupa ülkeleri ise 1920’li yılların sonuna doğru ancak ikili ilişkileri kuracaktır.


1927 Oktobr filminden bir sahne, Kışlık Sarayın basılması
Kızıl Ekim (Rusçası: Красный Октябрь) deyimi de Ekim Devrimi sırasındaki olayları tanımlamak için kullanılmıştır. Bu isimle Stalingrad’da bir çelik fabrikası, Moskova’da bir şeker fabrikası ve hayali bir Sovyet denizaltısı bulunmaktadır.
Sergei Eisenstein’ın Ekim isimli filmi John Reed’in Dünyayı Sarsan On Gün adlı eserinin sinemaya uyarlanmasıdır. Film 1927 yılında çekilmiş ve özellikle Kışlık Sarayın basılması sırasında gerçekten bu saldırıda bulunan askerler figüran olarak kullanılmıştır.
1.       ^ Lenin’in bu dönemde yazdığı eserlerinin ilk baskılarında olay böyle adlandırılır.
2.       ^ Jülyen takvimine göre
3.       ^ Ayaklanmaya karşı oy kullanan Merkez Komite üyeleri Grigory Zinoviev ve Lev Kamenev olumsuz oylarından sonra alınan kararı sindiremeyecek ve Bolşevik karşıtı basına alınan kararı sızdıracaklar ve ayaklanma tarihinin ertelenmesine sebep olacaklardır. İç savaş koşullarında hainliğe eş değer bu davranış daha sonra affedilecekse de Lenin vasiyetinde bu konudan bahsederek ikili hakkında olumsuz görüşlerini sıralayacaktır.
4.       ^ Menşevikler ayrılırken arkalarından bağıran Troçki’nin “Sizi zavallılar, sizin rolünüz bitti. Bundan sonra ait olduğunuz yere, tarihin çöplüğüne gidin!” diye bağırdığı iddia edilir.
5.       ^ Kerenski, ABD Elçisinin makam arabasıyla kaçacaktır.
6.       ^ Marksizmin kurucularından olan Karl Marx, 1871 yılındaki başarısız Paris Komününü değerlendirirken özellikle patronlara ait bankalara el konmamasını eleştirecektir. Marx’ın öğretisinin izleyicisi olan Lenin bu eleştirileri takip edecek ve aynı hataları tekrarlamayacaktır.
7.       ^ Bunun tek istisnası Moskova’dır. Moskova’da iki hafta süren yoğun çatışmalardan sonra iktidar alınabilmiştir.
8.       ^ Bunlardan en önemlisi Tambov Ayaklanmasıdır.
 
şevik İhtilali (Ekim Devrimi)




1917 Bolşevik İhtilali (Ekim Devrimi)
Kategori: Siyâsî Tarih
«Yüzlerin ve hatta hükümet sisteminin bir bütün olarak değişmesi zorunludur.. Ekselansları, sonuçlarını göremeyeceğimiz olayların arifesindeyiz.. Her şey öyle gösteriyor ki, en tehlikeli yolu seçtiniz: Duma'yı dağıtmak.. Şuna eminim ki, üç haftadan daha kısa bir süre içinde bir devrim gerçekleşecek ve her şey yerle bir olacak. Siz de yönetimi kaybedeceksiniz.» [1]
(Rusça: Октябрьская революция / Oktyabrskaya revolyutsiya) [2] Çarlık Rusyası'nda Gregoryen takvimine göre 25 Ekim 1917'de, (Milâdi takvime göre 7 Kasım 1917) Petrograd'daki Kışlık Saray'ın Lenin önderliğindeki Bolşeviklerin eline geçmesiyle başlayan ve Sovyetler Birliği'nin kurulmasına yol açan olaylar dizisidir.[3]
Batı Avrupa demokrasilerinden farklı bir yapıya sahip olan Rusya, halâ mutlak bir biçimde yönetiliyordu. Büyük çoğunluğunu fakir köylü nüfusunun oluşturduğu Rusya'da, yüzyılın başında işçiler de önemli bir yer tutuyorlardı.[1]
Nasıl ki Fransız ihtilâlinin nedeni eski Fransa ise, Bolşevik ihtilalin müsebbibi de eski Rusya'dır. Her şey, Kilise ve Çar'ın elinde, onlar ne diyorsa o oluyordu.. Her ikisi de merkezi teşkil ediyordu. Merkezin etrafında ise büyük toprak ağaları vardı, yani asiller. Köylüler toprağa bağlı adeta köle idiler, bu yüzden köylü mevcut kurulu rejime büyük bir öfke ile dolu idi... Geniş kesimlerden öfke sesleri çığ gibi çoğaldıkça ipleri biraz gevşetmek zorunda idi Çar, çünkü tüm dünyada olduğu gibi Rusya'da da tarım toplumundan sanayi toplumuna doğru geçiş söz konusudur. Sosyolojinin bir tespitidir: her geçiş süreci sancılıdır gerçeği. Nitekim Çar'ın sıkı disiplin uygulamalarından birazcık taviz vermesiyle, korktuğu sancı başına gelecektir.[4]
Çok ağır yaşam koşulları içinde yaşayan bu geniş kitlelerin huzursuzluğu, daha 1905 yılında çıkan ayaklanmayla görüldü. Petersburg ve Moskova'da "İşçi Sovyetleri" kuruldu. Aralık ayı içinde bu ayaklanma, çok sert bir şekilde bastırıldı. Bunun sonunda Çar, Duma'yı açarak bazı özgürlükler tanıdı.[1]
Bolşevik İhtilâli, sosyalist devrimin Rusya'daki gerçekleşme biçimidir.[3] 19. yüzyıl sonunda Avrupa'nın en güçlü imparatorluklarından biri olan Rus Çarlığı, topraklarının genişliği ve ekonomik sıkıntılar yüzünden içeride sıkıntı çekiyordu.[5] Lenin, 1903 Roma Kongresi'nde düşüncelerini ifade eder. Büyük bir taraftar grubu tarafından desteklenir. Bu gruba, çoğunluğu ifade eden "Bolşevik" adı verilir. 1905 yılında sosyal adaletsizlik artar, işçi sınıfı ve köylülük ayaklanır.[3] Sonunda 9 Ocak 1905'te Kanlı Pazar adıyla anılan gün yaşandı. Binlerce insan çalışma saatlerinin azaltılması ve yaşam standartının yükseltilmesi isteğiyle greve çıktı. Rus askerleri tedbirsizce kalabalığa ateş açtı ve 1000'den fazla insan öldü. Bu olay Rusya'da büyük infiale neden oldu. Sonucunda Bolşevizm ve komünist lider Lenin'in yıldızı parladı. Lenin'in taraftarları Çarlık tarafından bastırılsa da parlamento kuruldu, çok partili sisteme geçildi ve Çar 2., Nikolay 1906 Anayasası'nı kabul etti.[2] Çarlık Rusyası'na karşı yapılan ilk girişim başarı kazanamaz.[3]
Rusya'da devrim zamanı geldiğinde ülke savaş ve ekonomik zorluklar yüzünden oldukça umutsuzdu. Çar II. Nikola'nın danışmanlarına göre yönetimi Duma'ya bırakmalıydı. Eğer "Diktatör Çar" (Bolşevikler böyle görüyordu), yönetimden alınırsa, halk meclisi Duma yönetimi ele alıp Bolşeviklerin isyan için öne sürdükleri nedenleri ortadan kaldırabilecekti. Ancak Nikola kendini hiç de demir yumruklu bir diktatör gibi görmüyordu. 1905'de Batı'dan gelen liberal seslere kulak verdi ve halkın seçtiği bir parlamento olan Duma'yı kurdu. Böylece kendi yetkileri azalmıştı. Muhalif politik partiler ve sendikaların kurulması da yasallaştı. Böylece Rusya'nın bu dönemi rahat atlatacağını düşünmüştü. [1]
Emperyalist ülkelerin dünyayı kendi aralarında yeniden paylaşmak için başlattıkları I. dünya savaşına kendisine yeni topraklar kazandırmak amacıyla katılan Çarlık, üç yıl boyunca savaşı sonuna kadar sürdürme politikasını devam ettirdi. Ancak 1917 yılına gelinirken, savaş cephelerinde Çarlık önemli başarısızlıklarla karşı karşıyaydı. Ekonomik buhran sürekli derinleşiyordu. 1917 yılına girildiğinde, yiyecek, hammadde ve yakıt sıkıntısı had safhaya ulaşmıştı. 1905 Devrimi okulunda okumuş Rusya proletaryası, Çarlığın yıkılmasının gerektiğini yüksek sesle söylemeye başladı.[6]
Birinci Dünya Savaşı, Rusya'da büyük bir yokluk ve sefalete yol açtı. Boğazların kapalı oluşu yüzünden dış yardım alamıyordu. 1916-1917 kışı ise çok sert geçmiş, açlık ve yakacak, giyecek bulunamaması, bütün Rusya'yı etkilemişti.[1]
Miladi takvime göre 8 Mart 1917-Dünya Kadınlar Günü'nde başlayan protestolar son derece barışçıl başladı. Ücret dengesinin adil dağılımını talep eden halk, Çar tarafından zorla dağıtılmaya çalışıldı. Artan tepkiler üzerine parlamentoyu feshetmek isteyen Çar'a karşı parlamento başkanı devlete el koyduğunu açıkladı. Rusya'da liberal bir yönetim başladı.[2]
1917 Şubatına gelindiğinde ekmek kıtlığı, grevler, lokavtlar ve gösteriler herkesin Rusya'nın anarşi uçurumunun kenarında olduğunu düşünmesine yol açıyordu. Ordunun başındakiler iki seçenekleri olduğunu gördü; ya halkın üzerine asker gönderilecek ve ayaklananlar bastırılacaktı ya da Duma ile işbirliği içinde politik bir çözüm bulunacaktı. İkinci alternatifi kullandılar ve Duma da kendine göre bir çözüm önerdi.
Çarın tahttan inmesini ve tüm yetkinin Duma'ya verilmesini teklif ettiler. Bunun isyanı engelleyeceğini söylüyorlardı. Teklif, Nikola'ya ulaştırıldı. Nikola önce buna karşı çıkıp, Duma'yı dağıtmakla tehdit ettiyse de, olayı onların açısından görmesi sağlandı. Kendinde ve oğlunda olan yönetim hakkından feragat ettiğini açıkladı. Böylece Rusya'da Romanov hanedanı son bulmuş oluyordu.
Nikola tüm aile üyeleriyle buluştu ve ev hapsine alındı. Duma yönetimi Çarın güvenliği konusunda garanti vermişti. Rusya artık bir monarşi değildi, ayrıca Duma dağılmış ve yerine, orduyla işbirliği içinde bir ihtilal planı hazırlamış eski Duma üyelerinden oluşan bir meclis gelmişti. Karşılarına çıkacak kimse kalmamıştı. Bolşeviklerden başka. Ancak onlar da lidersiz ve örgütsüzdü.
Duma birkaç kritik hata yaptı. Kısa bir süre sonra da bu hatalarının cezasını çekmeye başladılar. İlk olarak, kendi güdümlerindeki basının yazdıklarına gerçekten de inanmaya başladılar. Kendilerinin halkın meclisi olduğuna inandılar, dahası halkın da böyle düşündüğünü sandılar. İkinci olarak, gerçekten de Rusya'nın öteki Avrupa devletleri gibi bir anayasa devleti olması gerektiğine inanıyorlardı. Gerçekte Çarın yönetimindeki Rusya acı çekiyordu. I. Nikola ve Büyük Petro gibi geçmişteki Çarlar büyük adamlardı ancak Çarın yönetiminde köylülerin şikayetleri büyüktü. Başka seçenekleri olmadığından katlanıyorlardı. Yıllarca süren monarşi döneminde insanların toplumsal statüleri olduğu gibi kalmıştı. Çar olmadan her şey havada kalacak gibiydi. İnsanlar boyun eğecek bir otoriteye alışmıştı.
Üçüncüsü ve en önemlisi ise, Duma üyelerinin belirli bir planı olmamasıydı. İktidara sahiptiler ama bununla ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Sonuç olarak Bolşevikler de bu durumdan yararlanmaya hazırdı. Aynı yılın Nisan ayında Lenin Rusya'ya döndü, Ekim ayında da içeride hükümetin toplantı yapmakta olduğu Kışlık Saray'ın etrafı sarılarak yönetim Bolşeviklere devredildi. Duma'nın bulduğu çözüm geçici olarak iyi bir çözümdü, ancak altı aydan kısa bir süre içinde, bu fikrin uzun vadede ölümcül sonuçları ortaya çıktı.
II. Nikola yetkilerini bırakmış, Rusya'daki Romanov hanedanı son bulmuş, kendilerine güvenliklerinin sağlanacağı sözü verilmişti. Ancak Rusya, sosyalist bir devlet olacak Sovyetler Birliği haline gelme yolunda ilerliyordu. Tahtı bırakarak engellemeye çalıştığı ihtilal tüm gücüyle geliyordu ve daha önce verilen hiçbir garanti de işe yaramayacaktı. Nikola ve ailesi önce Sibirya'ya sonra da Ural dağları bölgesine gönderildi. Sürekli ev hapsinde tutuluyorlardı. Tahtı bırakmasından sonra Çar hep baskı altındaydı. Ailesinin güvenliği de tehlikedeydi. 1918 Temmuzunda bir emir geldi ve Nikola ailesi ile birlikte idam edildi.[1]
1917 Ekim Devrimi, sınıfsız yaşamı hemen ortaya çıkaramaz. 1922-1928 yıllarında 5 yıllık kalkınma hamlelerinde devletçilik politikası uygulanır. Eğitim ve sağlık eşit olarak herkesin yararlanabildiği ve parasız hale getirilir. Büyük toprak ağalarının elinden toprakları alınır. Sermaye sahipleri Bolşeviklere karşı çıkar, ama başarılı olamazlar.Bolşevik İhtilâli, Rusya'nın kaderini belirleyen önemli ihtilâllerden biri olmakla beraber I. Dünya Savaşı'nın itilaf devletleri açısından seyrini değiştirmiştir.[3]
Bu arada İsviçre'de olan Lenin, Bolşevikler'in yeni yönetimde asla bulunmaması gerektiğini savunuyordu. Rusya'ya dönmesi gereken Lenin'e gerekli desteği Rusya'yı savaştan atmak isteyen Almanya verdi. Marksist görüşlerden etkilenen Lenin ayrıca Rus aydını Plekhanov'dan esinlenmişti ve Marksizm-Leninizm önermesiyle ortaya çıkarak iktidara alternatif oluşturdu.

Rusya'da bir genel grev başlar.Genel grevdeki işçiler fabrikalarından çıkarak Çar'ın bulunduğu yere giderler.8-16 Aralık 1917 tarihlerinde süren olaylarda Bolşeviklerin önderliğindeki işçiler Çar II.Nikolay'ın tahttan çekilmesini sağladı.Romanov hanedanının üyeleri hapse tıkıldılar,ülkede cumhuriyet ilan edildi.Fakat,kurulan hükümet burjuvalardan oluşuyordu.Halbuki,amaç bir ploreterya devrimiydi.

Bütün İktidar Sovyetlere:

V.İ.Lenin önderliğindeki Bolşevikler,amaçlananın aksine gene burjuvaların iktidar olduğunu gördüler ve Tüm İktidar Sovyetlere sloganıyla devrime başladılar.Fakat,isyandan önce Petrograd Sovyetleri Leninistlere karşı Petrograd kentinde saldırıya başladılar.Temmuz 1917'de bir Leninist isyan başlar.Fakat,başarısız olan bu hareketten sonra Lenin Finlandiya'ya kaçar.3 aylık kaçıştan sonra Lenin,1917 Ekim'inde Bütün İktidar Sovyetlere sloganıyla devrime başlar.Geçici hükümet tasfiye edilir,Vladimir İlyiç Lenin başkanlığında bir hükümet kurulur.

Lenin yoldaşı Troçki'yi dışişleri bakanlığına atadı ve Troçki Sovyetler Birliği'ni 1. Dünya Savaşı'ndan çeken Brest-Litovsk antlaşmasını imzaladı. Milli mücadele içinde olan Türkiye ile de sıcak ilişkiler kuruldu. Bolşevik devriminden sonra iç karışıklıklar içinde bulunan Rusya'da 1917-1922 arasında İç Savaş yaşandı. Bu savaş milyonlarca insanın ölümüne neden oldu ve Bolşevik iktidarı için idamlardan da çekinilmedi. Devrim öncesinde ''Bize Fransız Devrimi'ndeki gibi kesin bir terör dönemi lazım." diyen Lenin İdamlar olmadan nasıl bir devrim yapabilirsiniz? diyerek görüşünün arkasında durdu.

Leninizm'in en önemli özelliği dışardan bilinç taşımayı birincil öncelik saymasıydı. Marks'a göre proleterya sınıf bilincine kendisi ulaşacaktı ve sonunda devrimi yapacaktı. Lenin ise Sosyalizm için insanların bilinçlenmesini beklersek en az beş yüz yıl beklememiz gerekir. dedi ve proleteryaya bilinç taşınması gerektiğine hükmetti. Sonunda darbe ile de hedefine ulaştı.

1924'te Lenin hastalandı ve öldü. İktidarda olan tek parti- Sovyetler Birliği Komünist Partisi idi. Sorun ise onun başına kimin geçeceği idi. İç savaş döneminde ılımlaşan ve Josef Stalin'le yakınlık kuran Lenin ölmeden önce Stalin'in devrimin korunması için tehlikeli biri olduğunu ve iktidarın sol Bolşeviklere verilmesi gerektiğini söyledi ancak bu görüşler dikkate alınmadı. İç savaş döneminde Kızıl Ordu'nun komutasını üstlenen Troçki başlarda Stalin'i desteklese de Stalin'in Lenin döneminde başlatılan NEP-Yeni Ekonomik Politika'dan çıkılması gerektiğini savunması bardağı taşırdı ve Troçki muhalefete geçti. Stalin de 1928'e kadar Troçki'nin elindeki bütün yetkileri aldı ve onu sürgüne gönderdi.

Troçki 1940'ta Stalin'in ajanları tarafından suikaste uğradı. Stalin ise ülkesini 2. Dünya Savaşı'na sürükledi. Savaşta Hitler'e karşı ABD ile ittifak yapan Stalin tarihin akışını değiştirdi ve Yalta Konferansı'ndan sonra başlayan Soğuk Savaş'a neden oldu. 1953'e kadar iktidarda bulunan Stalin uzun sürecek ve Doğu Bloğu'nun kaybetmesinin kesin olduğu Soğuk Savaş'ı başlattı ve büyük ihtimalle de Sovyetler'in sonunu hazırladı.[2]
Bolşevik İhtilali ve Lenin
Fransa'nın Robespierre'si ne ise Rusya'nın Neçayefi de o. Neçayef de Rusya'nın asi yaramaz evladı , tam bir eylem hippisi, yani anarşist. Devrim kanla yazılır sloganı bizatihi ona ait. Fevri ve kabına sığmayan tavırları yüzünden kendisini zindana mahkum etmekten başka işe yaramadığı gibi şüpheli ölümle terki diyar eyledi bu dünyadan ve ardından tek bıraktığı miras, kendisini şiddet tarihine yazmak kaldı, o da miras kabul görürse tarihin vicdanında .. Neçayef zindanda ölümünü beklerken dışarıda onun izinden giden binlerce terörist doğuyordu. Çar bu öfkeli insanların üzerlerine gittikçe dalga dalga yükseliyorlardı, her tarafta gizli örgütler mantar gibi bitiyordu. Bu örgütler arasında en sonuncusu aynı zamanda en karizmatiği şüphesiz Bolşevik örgütü dikkatleri üzerinde toplayacak ve bu örgütün yaptığı eylemleri sayesinde Lenin adını duyuracaktı. Lenin zaten iyi bir uygulayıcı ve teşkilatçı bir liderdi, önce düşmanını sinek avlar misali tek tek devirmekle stratejisini ortaya koydu, ama bu taktik tutmadı, yeni metotlar üzerinde kafa yordu ve denemeye başladı, adına kitlesel terör ya da adına devrimci terör dediği yeni usulü piyasaya sürerek ezilen tüm kitleler büyük bir hınçla ihtilale yöneldiler. Lenin fikir bakımdan eksikti, fakat teşkilatçı yönünün ağır basmasıyla bir anda kitleleri peşine takmayı sonunda başaracaktır, her ne pahasına olursa olsun bir kere iktidarı beynine kaydetmişti, ölmek var dönmek yok diyerek adeta and içmişti.
Lenin tüm hesaplamalarını en küçük detayına kadar gözden geçirmenin yanı sıra medyanın gücünü bildiği için ISKRA gazetesinde verdiği sürekli mesajlarla işçiyi köylüyü kendi çekim alanına aldı, yayınlanan her makalesi kitlelere heyecan aşılıyordu, öyle ki; yayınlanan makaleler zamanla birikerek bir yıl sonra; Ne yapmak gerek? (What is to be Done) adlı kitaba dönüştü. ISKRA gazetesi deyip geçmemek lazım, bu gazetenin etkisiyle Bolşevikler bir anda marjinal durumdan kitlesel güç hale geldi diyebiliriz.
Artık bu noktadan sonra proletarya emek uğruna çalışan değil, her biri birer ihtilalci gerillalardı. Bu ihtilalci ocak mensuplarının hedef olarak bir noktaya kilitlenmiş olsalar da yöntem bakımdan kendi aralarında fikir ayrılıklarının olduğu da gözlerden kaçmadı. Şöyle ki; Bolşevikler tıpkı Fransız ihtilalcilerin kendi aralarında ki ayrışmalarının bir değişik benzer örneği ile 1903 de Martov; Bolşeviklerin daha demokratik kanadını , Lenin taraftarları ise ihtilalden yana olanlar yani Bolşevik cenahını oluşturdu. Dolayısıyla yapılan oylama da demokratik kanat azınlıkta kalınca onlara azınlık manasına gelen Menşevik denildi, çoğunluk olanlara da Bolşevik. Bu iç mücadele de Lenin'in kazanmasıyla kendi iç dünyasında hedef büyültme iştiyaki doğurdu. Şartlar hep lehine işliyordu, onu meşhur edende şartların ihtilal saatine ayarlı olmasıydı.
1891-1892 yılları Rusya'nın kıtlık ve açlık yılları, Çar aç mideleri önce doyurması gerekirken sürekli dışarıya buğday ihraç ederek döviz elde edip, sanayileşmek yolunu tercih etti. Lenin için bu tablo bulunmaz bir fırsattı, nitekim fırsatı iyi değerlendirerek sokaktaki sıradan bir insana bile ayaklanma ilmini ve stratejisini kısa zamanda öğretmekte ve kazandırmakta güçlük çekmedi, önce kışkırtma, ardından sokak gösterileri derken, nihayetinde halk ayaklanmasına dönüştürmeyi beceren bir maharet örneği sergiledi Lenin..
Bu yola baş koyduklarında 25.000 kişi idiler, ama sonradan milyonları tek potada buluşturan büyük bir güce ulaştı. Lenin düşman addettiği tarafı ustalıkla provoke ederek kitleleleri tek yumruk altında toplayabilmiş, hatta etnik farklılıklarından dolayı zulme uğrayan gerek Yahudi, gerekse Türk'lerin yumuşak karnı olan; her ülke kendi kaderini kendi tayin etmeli taleplerini kullanarak aynı cepheye dahil edebilmiştir. Hele hele Çar, halkı dipçikle hizaya getirmeye devam ettikçe ve her türlü olaya şiddetle tepki gösterdikçe Lenin'in işini kolaylaştırıyordu. Birde bunlara ilaveten Çar ve ordusunun Japonya karşısında mağlup olması kitlelerin belleğinde Çar'ın devrilebileceği cesaretini uyandırdı. Gittikçe olaylar büyüyordu, patlamaya hazır bomba gibiydi her yer.. Öyle ki; 1905 ocakta yaklaşık üç milyon insanın genel grev yapması ihtilalin artık geliyorum dercesine habercisiydi. Rahip Gapon'un bu öfkeli kalabalık karşısında Çar'ı ikna etme teşebbüsleri de fayda vermeyince artık ok yaydan çıkar hale gelmişti, sonunda tüm çabalarının boşuna olduğunu gören ve üstelik polisle bir şekilde ilişkili olan Rahip Gapon'u bile muhalefet safına itiyor. O işçilerin haklı talepleri karşısında duyarsız olamazdı, vicdanınn sesine kulak verip en yakından şahit olduğu Çarın bu tutumundan dolayı öfkeli kalabalığın yanında tavrını belirliyor.
Çar'ın aldığı bu sıkı güvenlik önlemleri ile rejim koruma altına alınamadığı gibi, aksine gerçekleşmek üzere olan devrimin gücüne güç katıyordu. Nitekim, korkunun ecele faydası yok derler ya, kitleleler ihtilalcilerle aynı safta 1905 ekimi ayında genel grev ve ardından isyan niteliği kazanmaya başladı. Olaylar doruğa ulaşınca, Lenin apar topar İsviçre'den Rusya'ya gelmesine gelmişti ama, Bolşeviklerin asıl etkinliği bir yol sonrasında gerçekleşecek olan 2. Moskova ayaklamasındaki olaylarda görülecektir. Bu olaylarda görüldü ki; henüz tam olarak olgunluğa erişmemiş teşkilatsız yığınlar söz konusu, bu durum teşkilat ihtiyacını meydana getirmiş ve böylece Sovyet işçilerinin kurdukları Sovyet teşkilatı; Bolşevik - Menşevik çekişmesini beraberinde getirse de Bolşevikler teşkilat içinde ipleri eline alan taraf olacaktır.
İşte Kurt Seyit ve Şura'nın tarihi gerçek hikayesi
Nermin Bezmen’in ünlü romanı Kurt Seyt ve Shura’nın baş kahramanı Shura’nın kız kardeşi yıllarca, İstanbul-Aynalıçeşme’de mütevazı bir hayat sürmüştü. Beyaz Ruslar ve çevresi tarafından “Barones” diye anılan Shura’nın kız kardeşi ablasıyla ilgili bilgileri Bezmen’e anlatmıştı.

Türkiye Nermin Bezmen adını ilk defa ünlü sanayici aile Bezmenler’in gelini olarak duydu. Pamir Bezmen’in eşiydi. Nermin Bezmen, Pamir Bezmen’le birlikte “cemiyet” hayatının vazgeçilmez isimleri arasındaydı. Ancak Bezmen ailesi 1990’larda büyük sıkıntılar yaşadı. Bu sıkıntılardan Nermin Bezmen ve eşi Pamir Bezmen de fazlasıyla payını aldı.

Ancak Bezmen çiftinin yaşadığı sıkıntılar Nermin Bezmen’in içindeki farklı kimliklerin ortaya çıkmasına neden oldu. Önce açtığı resim sergileriyle adını duyurdu.

Sonrasında ise zaten var olan yazar kimliğini çok satan romanlar yazarak pekiştirdi. Nermin Bezmen’in ilk romanı Kurt Seyt ve Shura şimdi televizyon ekranlarında. Ancak bir de bu romanın yazılma öyküsü var ki, o da adeta bir dedektiflik öyküsü gibi. Şimdi isterseniz size o öyküyü anlatayım.
KAPIYI JACK DELEON AÇTI

Nermin Bezmen, dedesini hiç görmemiş, tanıyamamıştı. Çünkü dedesi o doğmadan önce vefat etmişti. Dede hayatını kaybetmişti ama aile içinde öyküleri, hatıraları sürekli anlatılmaya devam ediyordu. Çok renkli bir kişiliği vardı. Ancak dedenin dilden dile aktarılan en önemli hatırası Shura adlı meçhul bir genç kadınla yaşadığı büyük aşktı.

Shura hakkında ailenin bilgisi, aristokrat bir Rus ailesine mensup olduğu ve Bolşevik İhtilali’nden sonra bir süre İstanbul’da yaşadığıyla sınırlıydı. Şura, daha sonra Paris’e gitmek için İstanbul’a veda edecekti.

Nermin Bezmen, Shura’nın ve dedesinin hikayesini yazabilmek için uzun yıllar süren bir araştırmanın içine girmişti. Ne dedeyi çok iyi tanıyanlar ne de olayı çok iyi bildiğini iddia edenlerin verdikleri bilgiler yeterliydi. Nermin Bezmen, romanını yazmak için gereken bilgiye bir türlü ulaşamıyordu. Yıllarca süren araştırmalarında bir arpa boyu bile yol alamamıştı. Ta ki kader karşısına ünlü yazar ve araştırmacı Jack Deleon’u çıkartana kadar. Jack Deleon, Beyaz Ruslar’la ilgili bir kitap hazırlamıştı. Nermin Bezmen bu kitabı Shura’yla ilgili bir bilgiye ulaşabilirim düşüncesiyle hemen alıp okumuştu.

Bezmen aradığı bilgiyi Jack Deleon’un kitabında bulamamıştı. Ancak içindeki bir his yazarla mutlaka tanışması gerektiğini fısıldıyordu. Nitekim bir cumartesi günü iki ünlü isim, eşleriyle birlikte bir araya geldi. Bezmen, Jack Deleon’a Shura’dan, dedesinden, yaptığı araştırma-lardan bahsetti. Deleon’un elinde konuyla ilgili bir bilgi yoktu ama Nermin Bezmen’i, Beyaz Ruslar’ın Türkiye’deki son temsilcilerinden Barones Valentine Clodt von Jurgenzburg’la tanıştırmaya söz verdi. Deleon’un bunun için tek şartı vardı: Ketum olmak. Deleon, Bezmen’den, Barones’e Shura’dan bahsetmemesini istemişti. Beyaz Ruslar aradan on yıllar geçmesine rağmen bildiklerini, tanıdıklarını anlatmak istemeyen kişilerdi. Ancak güvendikten sonra sırlarını açıyorlardı.

MÜTEVAZI BiR HAYAT SÜRMÜŞTÜ

Jack Deleon ve Nermin Bezmen eşleriyle birlikte 1991 Eylül’ünde bir cumartesi günü, İstanbul-Aynalıçeşme’de Barones’e misafir olmuşlar, tanışmışlardı. Bu tanışıklık Nermin Bezmen’in zihninde derin izler bırakmıştı. Bezmen o izleri Zihnimin Kanatları başlıklı seri yazılarının birisinde şu sözlerle anlatıyordu: “Kapı açıldığında, adeta, perdesi kalkmış bir tiyatro sahnesini izliyor hissine kapıldım. Kapının hemen dibinden başlayan uzun masa, girişteki odayı tamamen kaplamıştı. Sağ tarafta yanan kömür sobası ile arasında bir bedenlik geçiş yeri dışında, masanın tüm çevresi dip dibe iskemle ile dolmuş, bize ayrılan dördü dışında hepsine diğer misafirler yerleşmişti. Jak'ın onlarla eski hukuku olduğu, karşılamalarından belliydi. Misafirden daha ziyade, kalabalık bir aile görüntüsündeydiler.”

DOSTLARIYLA YAŞADI

Barones doksanlı yaşlarındaydı. Evinde farklı milletlerden dostları, sevdikleri ve hizmetlisiyle yaşıyordu. Bir zenginliği yoktu ama tığı teber bir yoksul da değildi. Kimi gönüllü, kimi ücretli kendisine hizmet edenler vardı. Barones çevresindekilerden müthiş saygı görüyordu.
Nermin Bezmen, Barones’i, “Barones, masanın tam karşı köşesindeki özel koltuğunda oturmaktaydı. Bigudisinden yeni kurtulmuş, dalgalı, kısa, bembeyaz saçları, beyaz pudra ile saydamlaştırılmış teni, pembe allık dokunuşu ile renklenen yanakları, doksana merdiven dayamış yaşına inat pembe ruju, aynı renk ojeleri ile, zaman yolculuğunu aşıp da gelmiş bir yolcu gibiydi” sözleriyle anlatmıştı.

ALUŞTA'DAN KAÇMIŞ

Bezmen, tanıştıkları gün Barones’e anneannesinin hatıralarını yazmaya başladığını anlatmıştı. Anneannesinin hatıralarında Shura adında bir kadına rastladığını, bu kadını aradığını söylemişti. Shura, İhtilâlde, Rusya'dan, Aluşta kıyılarından ayrılıp kaçmış. Önce Sinop'a bir sene sonra İstanbul'a gelip Pera'ya yerleşmiş. Kalyoncu Kolluk Sokak'ta bir çamaşırhanede, sonra Zezemski Eczanesi'nde çalışmış. 1924'te de Paris'e gitmek üzere, İstanbul'dan vapurla ayrılmıştı. Barones, Bezmen’i pürdikkat dinliyordu. Sonra Nermin Bezmen’in sözünü kesme ihtiyacını hissetmiş ve onu şoke eden söz dudaklarından dökülmüştü: "Benim kız kardeş bu." Barones bu sözlerin ardından Shura’nın çok genç yaşta vefat ettiği bilgisini de vermişti.


SEN BENİM YEĞENİMSİN

Nermin Bezmen, Barones’i sevmiş, Barones de Bezmen’i benimsemişti. İkilinin arasındaki ilişki artık tanışıklığın ötesine taşınmıştı. Her salı günü Barones’in evinde buluşuluyor, dost meclisi saatler boyunca devam ediyordu. Nermin Bezmen’le Barones’in arasındaki konuşmalar hep Shura etrafında dönüp duruyordu.

Bu dost meclislerinden birinde Nermin Bezmen, sırrını ifşa etmeye, Barones’e Shura’yı niye araştırdığını açıklamaya karar vermişti. Bezmen o gün, Barones’e dedesinin fotoğrafını götürmüş, "Sevgili Tinoçka, bu benim dedem... O da devrimden sonra İstanbul'a kaçmış. Kendisini tanımış mıydınız acaba" diye sormuştu.

Barones resmi eline alıp baktıktan sonra sessizleşmiş, hiçbir şey söylemeden yatak odasına geçmişti. Bezmen için zaman geçmek bilmiyordu. Ancak 15 dakika sonra odasından çıktığında ağladığı çok belliydi. Makyajını tazelemiş, nemli gözlerle Nermin Bezmen’e sarılmıştı:

“Sen benim yeğenimsin.” Sonra da Bezmen’in elinden tutup bir odaya çekmişti. Bezmen sonunda aradığını bulmuş, yapbozun eksik parçası yerini bulmuştu. Odada albümler, evraklar, fotoğraflar, eski nota defterleri Bezmen’in çevresini sarmıştı. Nermin Bezmen o gün Kurt Seyt ve Shura romanının kahramanlarının bütün bilgilerine ulaşmıştı. Romanı artık ete kemiğe bürünmüştü. Barones ve Nermin Bezmen o günden sonra bir daha ne Kurt Seyt’ten ne Shura’dan bahsetti. İkilinin dostlukları Barones vefat edene kadar kesintisiz devam etmişti.
Nermin Bezmen: Çocukken dedem Kurt Seyit'e benzetilirdim
Kimseye müdanası yok… Dimdik duruyor. Kendi deyimiyle iç sesine güvenerek yaşıyor. Aldığı kararlarında, yaşadığı aşkında sonuna kadar arkasında çok güçlü bir kadın. Aslında bakarsanız tam bir aşk kadını…




RÖPORTAJ: GÖKÇE BAYRAKTAR YILDIRIM
Nermin Bezmen’le Bebek’teki evinde buluştuk. Pırıl pırıl mavi gözleri ve balerin edasında topladığı saçlarıyla zarifçe beni kapıda karşıladı. Evinin her yanı kitaplarla doluydu. Bir köşede dedesi Kurt Seyit’in fotosunun da bulunduğu piyano, diğer köşede de Tolga Savacı’ya hatıra kalan gramofon dikkat çekiyordu. Çalışma masasında ise özel anlarını ölümsüzleştirdiği fotoğraflar duruyordu. Evin her bir köşesi yaşanmışlıklarla doluydu… Böyle bir atmosferde kitaptan, diziden ve de aşktan bahsetmek çok keyifli oldu.
Nermin Bezmen’in bu röportajı okuyanlara bir de tavsiyesi var… “Lütfen kitabı elinize alıp satır satır diziyi takip etmeyin, romanı roman olarak okuyun, diziyi dizi olarak izleyin”
ROMANDA OLMAYAN FARKLI DETAYLAR, KARAKTERLER DİZİDE OLACAK
Nermin Hanım birçok kitabınız varken neden bu kitap dizi projesi oldu?
Aslında benim diğer kitaplarımdan ‘Sır’ ve ‘‘Aurora’nın İncileri’’ dizi projesi olmak üzere anlaşma yapılmıştı hatta çekimleri neredeyse başlamak üzereydi ancak yapımcının yeni ortağının konuya biraz uzak kalmasından dolayı gerçekleşemedi. “Kurt Seyt ve Shura” ise (1992) çıktığından beri sekiz teklif aldı. Bunların dördü sinema dördü de dizi projesiydi. Sinema projesi Türk-Rus-Amerikan ortak yapımı olacaktı. Fakat gelen tekliflere ya teknik olarak ısınamadım ya da teklifi getiren kişilerle ilgili içim huzurlu olmadı. “Ay Yapım” ile ilk görüşmemizde el sıkıştık.
Ay Yapım’da sizi etkileyen neydi?
Yapımcı olarak Ekrem Çatay ve oğlu Kerem Çatay her ikisi de kitabın ruhunu anlamışlardı. Nasıl bir proje gerçekleştirmek istediklerine dair bana on dakikalık bir özet verdiklerinde, işte bu ekip ile yola çıkabilirim dedim. İç sesime inanarak yaşayan biri olduğumdan ilk görüşmemizde el sıkıştık. Bir de romanın senaryosunu üstlenen sevgili Ece Yörenç ile yıllar evvel tanıştığımızda, “kitabınıza bayıldım bir gün keşke film olsa da senaryosunu ben yazsam” demişti. Yönetmenimiz Hilal Saral’da kitabı okuduğu zaman bunun filmini ben çekmeliyim demiş. Ekipteki herkesin kahramanlara benim gözümden bakmış olması mükemmeldi. Diziyi izledikçe ne kadar doğru bir karar verdiğimi görüyorum. Oyuncu kadrosu da çok iyi seçildi.
Oyuncu kadrosuna müdahale ettiniz mi?
Hiç karışmadım. Çünkü televizyonda hiç dizi izlemiyorum. Dolayısıyla kıyaslama yapıp öneride bulunacağım bir alt yapım yok. Yapımcının, senaristin en doğru seçimi yapacaklarına dair güvenim vardı. Nitekim diziye her yeni karakter girdiğinde görüyorum ki olabilecek kadronun en iyisi seçilmiş.
Dizide kitapta olmayan hikâyeler, karakterler var mı?
Dizide çok sürpriz şeyler olacak. Çünkü romanımı bitirip bastığım tarihte daha benim araştırmalarım henüz sonlanmamıştı. Karakterlerimle ilgili elime yeni arşivler ve öyküler geçmişti. Romanımda olmayan çok farklı detaylar olacak ve yeni sürprizler izleyeceksiniz. Benim okurlarım biraz fanatiktir, o yüzden rica ediyorum, kitabı elinize alıp satır satır diziyi takip etmeyin. Romanı roman olarak okuyun, diziyi dizi olarak izleyin.
Dizinin daha çok reyting alması için senaryoyu süslüyor musunuz, yaşanmamış bazı konuları ekliyor musunuz mesela?
İster istemez ekranın kendi ihtiyaçları var. Özellikle dizi projesi ise. Her bölüm neredeyse bir sinema filmi gibi çekiliyor. 90 dakika boyunca hem hikâyeyi kendi tadında götürebilmek hem de ekranın ihtiyacı olan dinamizmi yakalamak hiç kolay değil. Kitabı yazarken ilk bölümde anlattığınız karakterden, 450 sayfa sonra tekrar bahsedebilirsiniz. Okur yadırgamaz. Çünkü okumanın süresi çok kısadır ve hafızadadır. Dizide öyle olmuyor. Kahramanınızın birinci bölümde karşılaştığı karakter, beş altı sene sonra karşısına çıkarsa ne o mekân ne o karakter artık izleyicinin zihninde kalmıştır. Onu yeniden tanıtmanız gerekir, bu senaryonun dengeleri açısından son derece zordur. Dizide kahramanınıza yaklaştırdığınız karakterleri kalıcı tutmak ve onların varlığının anlamını belirtmek zorundasınız. Ece Yörenç’in senaryo diline büyük bir saygı ile yaklaşıyorum. Onunla güzel bir anlaşma içerisinde çalışıyoruz.
AİLESİNİN ÖYKÜSÜNÜ BU KADAR SANSÜRSÜZ PAYLAŞAN İLK YAZARIM!
Neden film projesi değil de dizi projesi oldu bu kitap? Örneğin oyuncuların en büyük hayali sinema projesinde yer almaktır, daha kalıcı görülür sinema projesi…
Film olsaydı kitaptan çok şey atılması gerekirdi. Roman 1877’de başlayan bir Kırım hikâyesi. Bölümler içerisinde Çariçe Katerina’ya kadar gidişler var. Kısa kısa da olsa öykünün tamamında bir anlam ifade eden Rus İmparatorluğu’ndan, Osmanlı İmparatorluğu’ndan ve Kırım Yarımadası’ndaki Kırım Tatarları’ndan detaylar var. Sinema filminde çok şey kesilmesi gerekirdi kitaptan. Dizi bunun tam hakkını verebilecek bir süreç. Dizinin uzun soluklu olması kitabı anlatmak açısından daha sağlıklı olacak bence.
Bu kitabı yazarken bu kadar popüler olacağını, dizi teklifleri alacağını hiç düşündünüz mü?
Hayır. Bitirdiğimde mutluluktan içim içime sığmıyordu. Bu öyküyü benden daha iyi kimse yazamaz dedim. Bu kitap ya çok satacak ya da hiç satmayacak dedim. Çünkü raflarda olanlardan tamamen tezat bir kitaptı. Biraz iddialı olacak ama ailesinin öyküsünü sansürsüz ve bu kadar detaylı paylaşan ilk yazarım. Kaldı ki soyadım bir dezavantajdı. Çünkü o güne kadar renkli magazinin beni görmek istediği yerde gösterilen biriydim. Eşinin yanında duran güzel genç kadın olarak bir imajım vardı.
Sizi dedenizin hikâyesini anlatmaya iten merak neydi?
Anneciğim iki yaşımda kütüphanemi kurmaya başlamıştı ve düzenli olarak bana kitap okurdu. Çok küçük yaşlarımdan beri dedem benim masal prensimdi. Erken yaşta tanıştığım bütün o masal kahramanlarımın bir adım önündeydi dedemin hikâyeleri benim için. Çünkü çoktan dünyadan ayrılmıştı ben doğduğumda. Annem, anneannem onun öykülerini anlattıkça, niye dedemin masalı yok diye düşünürdüm.
Peki, bu çapkın dedeye karşı anneannenizin tepkisi nasıldı? Çapkınlığıyla gurur duyulacak bir eş değil sonuçta…
Defalarca teşekkürü bir borç bilirim anneanneme. Onu kırmaktan, acılarını tazelemekten korktuğumdan zor sorular yönlendirmedim. Dedeme söylememesi gerektiği halde söylediği, söylemesi gerektiği yerde söylemediği şeyleri, bana bütün açıklığıyla anlattı. Murka’ya kızıyor okurlarımın bir kısmı ama Murka olmasa bu hikâyeyi anlatamazdım size. İki sene boyunca onunla her gün saatlerce çalıştık. Yüreklere hitap eden kahramanlar yaratabildiysem Murka sayesinde.
Peki, kitaba dönecek olursak, bir kadın gözüyle mağdur olan Şura’yı siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şura aslında mağdur değil. Şura’nın naif ve sakin duruşu, belki onu mağdur kadın yerine koyuyor ama Şura da vazgeçiyor bu aşktan. Eğer vazgeçmeseydi zaten dedem anneannemle evlenmezdi. Birbirleriyle konuşmamak, kırgınlıklarını birbirine açmadan kendi içinde büyütmek, sebebini bilmediği durumları yorumlayıp birbirine küsmek, birbirinden uzak kalmak, bütün sevgileri çok yoran bir şeydir. İkisi de aşklarını bu şekilde törpüleyerek yormuşlar.
ÇOCUKLUĞUMDAN BERİ DEDEM KURT SEYİT’E BENZETİLİRİM
Seyit’in kalbine giren iki kadın “Murka ve Şura”. İkisinin arasındaki farklılıklar nelerdi?
En başta yaşadıkları görgü, kültür ve de aşkı yaşama tarzları çok farklı. İkisi de dedeme çok aşık olmuş. Dedem de her ikisini ayrı ayrı sevmiş. Şura çok küçük yaşta büyük bir cesaret ile el bebek gül bebek büyütüldüğü Aristokrat dünyayı geride bırakıp, aşık olduğu erkeğin ardından dilini, dinini, kültürünü, yemeklerini, insanlarını tanımadığı bir ülkeye gitmeyi göze almış. Çok cesur bir kadın aslında. Anneannem ise Şura gibi şampanya kadehlerinin şıngırtısıyla, vals yapılan salonlarda, Çaykovski dinleyerek büyümüş biri değil. Osmanlı’nın yaşadığı harpler, hastalıklar, sıkıntılar içinde 9 yaşındayken kendisinden küçük üç kardeşin anneliğini üstlenmiş. Dedem aslında ona özlediği hayatı yaşatabilecek gerçekten bir beyaz atlı prens hayatına girdiğinde. Anneannem, kocasına olan aşkını hakkıyla gösterirse sanki ailesini gücendirecekmiş hissiyle yaşamış. Dedemin peşine takılıp yaptığı her seçim annesi ile arasında hayatının sonuna kadar hep bir küslük unsuru olmuş. İşte bu sıkıntılar onu çok kırılgan ve evliliğini yoran bir kadın haline getirmiş. İçine ağlayarak, kederli bir kadın olmuş.
Acaba dededen mi kaynaklanıyor bu durum? Çünkü Şura’da sıkıntısını söylemiyor, içine atıyor?
Dedemin de kendine göre kırılganlıkları var. Dürüstlüğe çok önem veriyor, yanlış anlamalara tahammülü yok ve çok fevri kararlar veren biri. Bir anda ilişkileri koparabiliyor, iş hayatını noktalayabiliyor. Mücadeleye sıfırdan başlamak zorunda kalsa da hiç şikâyet etmiyor kararlarından.

İLK GÖRÜŞTE AŞKA İNANMIYORUM
Karakter olarak kendinizi dedenize benzetiyor musunuz?
Çok şey var. Son kitabım “Dedem Kurt Seyit Ve Ben” bunu irdeliyor. Çocukluğumdan beri fiziki ve karakter olarak dedeme benzetilirim. Dedemi hep anlamak üzere yazdığım için, onun her seçimi ile kendimi karşılaştırdım. Çok kırılganım ama çok da coşkulu ve tutkuluyum. Bazen tatsız noktalara sebep olacak olaylar karşısında, Nermin burada dedene benziyorsun, her şeyi yapabilirsin ayağını denk al, tekrar düşün derim.
Kurt Seyit ve Şura ilk görüşte aşık oldular birbirlerine. Peki, Nermin Bezmen ilk görüşte aşka inanıyor mu?
İlk görüşte aşka inanmıyorum. İlk görüşte beğeni, hayranlık olabilir. Aşk benim için daha derin duyguların bütünleşmesiyle yaşanan bir güzellik. Güven olmadan yola çıkılabilecek bir şey değildir aşk. Sevgi hissedebilirsiniz ama aşkı tamamlaması için insanın kalbiyle, zihniyle, ruhuyla ve tensel uyumuyla eşleşmesi lazım. Bütün bu duyguları birlikte yaşayarak devam edebilmek en önemlisi.

Hiç yorum yok:

İlginizi Çekebilir

Related Posts with Thumbnails