25 Ağustos 2009 Salı

Yansımalar - 5

Sunum gecelerimizi kaleme aldığım Yansımalar yazı dizilerine gereken titizliği gösteremediğimi biliyorum. Aslında bu yazı dizisi sayesinde, gecelerimize hayran kitlesi kattığımızı söylemeden edemeyeceğim.

Her birimizin iple çektiği, bazı arkadaşlarımın ütopik olarak nitelendirdiği, imrenerek takip ettiği sunum gecelerimiz gün geçtikçe çok daha eğlenceli, çok daha doyurucu olmaya başladı.

Kulüp üyeleri arasında da ortak bir görüş, kulüp var olduğundan bu yana okuduğumuz kitaplarda daha irdeleyici, araştırıcı, yazım ve imla kurallarına daha dikkat eder hale geldiğimiz yönünde.

İş, güç, deniz, kum, güneş iki arada bir derede 2 yaz toplantısı yaptık.

Biri yazın ilk heyecanlarını, gün doğuşundaki tazeliği, içimizde uyanan çocuksu sevinci hissettiğimiz 30 Haziran tarihinde, Fenerbahçe Happymoon’daydı.

Kitabımız Canan Tan’ın En Son Yürekler Ölür adlı eseri…

Kitabımızın sunucusu ise Ayşen.

Restaurant’ın çatı katında bizim için hazırlanmış masaya Ayşen’in hünerli parmakları değmiş, kalbinin sıcaklığını masaya, hatta çevredeki ağaçlara kadar taşımıştı.



Başımızın üzerinde hafif esen rüzgar ile salınan kırmızı turuncu fenerler, masanın üzerinde ki küçük mumların ışığı ile bizi buğulu bir eksen içine hapsetmişti.

Minik saksılardaki kırmızı çiçekli bitkiler yazın müjdecisi, masanın üzerine serpiştirilmiş kırmızı gül yaprakları romantizmin elçisiydi. Ufak çakıl taşları ise bize denizin tuzlu tadını, yosun kokusunu taşıyordu.



Çatıyı çevreleyen hippocastanum (at kestanesi) ağaçlarının arasından Fenerbahçe yat limanında dinlenmeye çekilmiş teknelerin ardında denize yansıyan gurubun rengi gözlerimi kamaştırıyordu. Ağacın üzerinde sallanan Ayşen’in elleri ile imâl ettiği keçe ile yapılmış melek figürleri dalların arasından bize göz kırpıyordu.

Canan Tan kitapları okunması son derece kolay, genellikle tatillerde okumayı tercih edeceğiniz, sabun köpüğü kitaplardan. Şimdiye kadar iki kitabını okudum; Yüreğim Seni Çok Sevdi ve En Son Yürekler Ölür. Her ikisini de aynı duyguları hissederek okudum. Pembe dizi seyreder gibi, kafanızı çok yormadan, hayata dair size çok fazla kazanım sağlamayan, yalın kelimelerle yazılmış romanlar.

En Son Yürekler Ölür’de, yolları bir iş toplantısında kesişen başarılı genç iş adamı ile kariyerinde hızla ilerleyen genç bir kadının, Nehir ile Deniz’in, hatta yazarın betimlediği gibi akışını Deniz’de bitiren Nehir’in aşkları konu ediliyor.

Her şeyin mükemmel gittiği balayı dönüşünde geçirdikleri kazadan yaralı kurtulan Nehir, beyin ölümü gerçekleşen Deniz’in organlarını bağışlayıp bağışlamama kararının ağırlığı altında ezilmekte, aldığı karardan ötürü Deniz’in ailesi ile arasında derin yarıklar oluşmaktadır.

Kitapta Canan Tan’ın ansiklopedik dilde okura aktardığı organ naklini, Ayşen dünyadan örneklerle daha cazip bir dille bize anlattı. O gece yastığa başımı koyduğumda “neden olmasın” sorusunu kendime soruyordum.



Ayşen’in sunum gecesinde Fenerbahçe’de bir resturantın çatı katında toplanmış kitap kulübü üyeleri miydik, yoksa, bir yaz akşamı Roma’da geniş avlulu bir apartmanın çatı katındaki Ferzan Özpetek film setinde, bir masa başında toplanmış farklı karakterler miydik ?

Yazın diğer sunum gecesini ise 20 Ağustos’ta Kalamış Yelken Kulübü’nün çatı katında yaptık. Şiir gecesi demek daha doğru olacak. Çünkü şimdiye kadar yaptıklarımızdan daha farklıydı.

Blogdan da takip edenler bilir, 13 şiir önerdik. Bu 13 şiirden oylama yolu ile Gülda’nın önerdiği J.L. Borges’in Anlar adlı şiirini seçtik.



O gece yalın bir gece olacaktı. Şiir okuyup, şiiri nasıl algıladığımızı konuşacaktık. Ama seçilen şiir çok da yoruma açık bir şiir değildi. Hayatın ta kendisiydi.

Her gün doğanın bize sunduğu pek çok güzelliği görmezden gelerek yaşamımızı kendi kendimize ördüğümüz yavan duvarlar arasına hapsetmemiz, daha çok iş yaparak çocuklarımızla geçirebileceğimiz eğlenceli dakikalara sırtımızı dönmemiz, temizliği benim gibi takıntı haline getirip, hafta sonlarını evde didiklenerek geçirmemiz, yaşadığımız toprakları, ülkeleri görmek, değişik insanlar tanımak varken eve tıkılıp kalmak, kısacası HAYATI KAÇIRMAK, ANI YAŞAYAMAMAK ile alakalı çok güzel bir şiir.

Okuyunca sert bir duvara toslamış gibi hissediyorsunuz kendinizi. Ve “Carpe Diem” diyerek devam ediyorsunuz yaşamaya.

Yarın yaşamınızdaki en güzel gün olması için kendi kendinize söz veriyorsunuz.

O gece aramızda olamayan kulüp üyelerimize cep telefonları ile bağlanarak, şiiri hepimiz tek ağızdan okuduk. Herkesin kendine adanmış mısraları ve koro şeklinde taaa yürekten hissederek...



Ayşe yine durmamıştı. Üzerinde her birimizin okuyacağı mısralardan birer bölümün olduğu kartların asılı olduğu taçlar hazırlamıştı.



Hava, Happymoon’daki gibi geç kararmıyordu artık. Rüzgar vücudumuzu titretircesine hırçın esiyordu ve yıldızlar sanki biraz parlaklığını yitirmiş, sonbahara göz kırpıyordu.

Ama biz o gece her zamankinden daha çocuktuk, daha coşkuluyduk. Bir arada olmanın verdiği keyif benliğimizi sarmış “Carpe Diem” diyorduk.

Hayatın güzellikleri hep yanınızda olsun!

(Peyman)

3 yorum:

AYCAN dedi ki...

Peyman'ım,

Yine döktürmüşsün! Yazını okuyan herkesin o resimlerin içersine daşıp aramıza sızası geliyordur eminim.

Ellerine sağlık!

Aycan

Gulda dedi ki...

Kesinlikle çok güzel anlatmışsın. Tekrar orada olmak istedim. İple çekiyorm sunum akşamlarını.

Peyman dedi ki...

Sevgili Aycan ve Gulda,
O kadar eğleniyorum, keyif alıyorum ki, yazarken yeniden yaşıyorum.
Sanırım Borges'in Anlar şiirini kendi hayatıma adapte etsem, yapmaktan hiç pişmanlık duymayacağım şey Kitap Kulübü'ne, ama tabii sizlerle katılmak olurdu.

İlginizi Çekebilir

Related Posts with Thumbnails