7 Temmuz 2011 Perşembe

Yansımalar - 18



Geçen yaz ara verdiğimiz kitap sunumlarına bu yaz mümkünse ara vermeden devam edelim diye karar aldık.

Kolay değil tabii 14 kişinin bir arada olabileceği tarihleri denk düşürmek. En yüksek sayıda katılımla gerçekleştirdiğimiz sunumların zevkine diyecek olmuyor, ama toparlanamayınca da yapacak bir şey olmuyor.

Özellikle herkesin denize, güneşe açlığının arttığı bu aylarda kulüp üyelerini bir araya getirmek zorlaşıyor.

Ama bu yıl yaz mevsimi geç geldi biliyorsunuz. Hâlâ da derin düşünceler içinde bence. Bir bocalama dönemi yaşıyor. Mevsim yaza geçmedikçe benim de yaz psikolojim netlik kazanmadı. Her yıl olduğundan daha geç yazlık-kışlık olayına giriştim meselâ. Balkona çiçekler mart ayında dikilemedi. Temmuz’a sarktı. Tuttuğu kadar artık…

Araya tatil girdi, Yansımaları yazmam da bu zamanı buldu.

O sabah yağmur yağmış, geriye insanın vücudunu arada sırada sarıp sarmalayan hafif bir esinti bırakmıştı. Gece yağan yağmuru, sabah yaprakların üzerinde elmas taneleri gibi ışıldayan yağmur damlacıklarını, ertesi gün havaya kattığı hafif serinliği seviyorum. Bir şartla; ertesi gün yeryüzünü gölgeleyen bir tane bile bulut kalmamalı.



Sunum gününde olduğu gibi. Çantada şemsiye ansızın gelebilecek yağmura karşı bir kalkan vazifesi görmek üzere hali hazırda bekliyordu. Ama o gece tek yaptığı çantaya ağırlık katmak oldu. Güzel ılık bir geceydi sonrasında yaşadığımız.

Kitabımızı seçerken epey bir istişarede bulunduk bu sefer.
Birkaç kitap önerisinden sonra Kafka’nın Dava adlı romanını okumaya karar verdik.

Sunumu Bilgen yapacaktı. Üstelik de sunum sonrasında da kendisine de belirttiğim gibi çok fedakârca bir sunum hazırlığı yapmıştı. Sunumdan birkaç gün önce daha yeni tatilden dönmüştü. Son günlerde arttırdığım empati kurma becerisiyle tatil ve sunum hazırlığı benim penceremde bir an için eşleşmedi. Ama Bilgen ikisini çok güzel birleştirmeyi başarmıştı.

Seçilen sunum mekânlarının kitapla bağdaşması dikkat ettiğimiz konulardan biri. Ya mekânın ismi, ya sahibi/işletmecisi, ya da mutfağı bir şekilde kitaplarımızla ilintili olsun istiyoruz. Şartlar el verdiğince de bunu gerçekleştirmeyi başarıyoruz.



Sunum mekânımızın adı Kafka Cafe’ydi. Aslında sadece cafenin isminin Kafka olması değildi ilintisi. O gecenin ilerleyen saatlerinde işletmecisi bize neden bu ismi taşıdığını anlatacaktı. Bu konuya tekrar döneceğim.

Yağmur sonrası hava güzelleşmişti ya, üstelik yaz modu da vardı üzerimde, işten biraz erken çıktım. Çok sık gidemediğim Beyoğlu havasını içime sindirmek ve oğluma söz verdiğim, birkaç gündür evimizin yakınındaki kitapçılarda arayıp da bulamadığım bir kitabı da almak istiyordum.

Aradığım kitabı bulup aldıktan sonra, Kafka Cafe’ye doğru yollandım. Bilgen’in tarifine göre Ara Cafe’nin hemen birkaç blok ötesindeydi. Ama ben nedense Ara Cafe’nin olduğu ara yola saptığım için etrafımı saran beş altı katlı binaların kapılarında Kafka Cafe tabelasını aradım durdum. Sonunda Bilgen’i aradım ve onun yardımıyla da cafeye ulaştım.

Beyoğlu’nun küf kokulu eski binalarından birinden içeri girdim. Bu eski binalara girdiğimde hemen ilk aklıma gelen şey, bu viran binadaki bir dairenin içinde - kuvvetle muhtemel hep bir daire konsepti vardır- neyle karşılaşacağım olur. Ve yine kuvvetle muhtemel, binanın geneli ile dairenin içi birbirinden tamamen farklıdır.



Muhtemelen kapı, binanın genel görünümüne aykırılık oluşturmamak için eski haliyle bırakılmıştı. Ama içerisi şirin bir şekilde döşenmiş koltuklarla, ahşap sandalyelerle dekore edilmişti. Dekorasyona cafenin sahibinin hobbysi olduğunu düşündüğüm eski daktilolar, ağırlıklar, saatler –bunlardan bir tanesi sevgili anneanneciğim yatağının başucunda, içinde yerden yem yiyen iki tavuğun resminin olduğu yuvarlak bir masa saati idi- nefes katıyordu.

İki kat üzerine kurulmuş cafede bizim masamız üst kattaydı. Aslında üst kata ilk çıktığımda beni şaşırtan, her sunum gecesinde hazır olan yemek masamızın hazır olmamasıydı. Ya garsonlar elleri çok hızlıydı, hemen yapacaklarını düşünüyorlardı, ya Bilgen farklı konseptlerde bizim için şaşırtıcı olaylar hazırlamıştı.



Bir evin oturma odasını çağrıştıran, klasik mobilyalarla, varaklı aynalarla bezenmiş bu oda bir balkona açılıyordu. Gördüğüm ilk andan itibaren bana Romeo’nun altında serenad yaptığı Giulietta’nın Verona’daki evinin balkonunu hatırlattı. Aşağıda serenad yapan delikanlı yoktu, ama bütün gece tam karşıdaki Galatasaray Lisesi’nin bahçesinden Rock müziği yapan grupların ve onların fanlarının sesleri duyuluyordu.

O esnada salona gelen garson masaları nasıl koyalım falan derken baktım Bilgen de kalkmış masa düzenini halletmeye yardımcı oluyor. Şaşkın baktığımızı görünce Bilgen açıklama yapmaya başladı; en son 2 gün önce işletme müdürü ile menü konusunu konuşup, mail atmış. Adamcağız maili almayınca gitmeyeceğimizi düşünmüş ve herhangi bir hazırlık yapılmamış. Şimdi düşünüyorum da neyse ki yer müsaitti. 9 kişi için yer bulmamız da sorun olabilirdi.

O gece için Bilgen’in hazırladığı güzel bir menü vardı. Sonradan cafe menülerinden seçtiklerimizi yemiş de olsak bu bizim için sorun olmadı. Çünkü özünde hepimizin orada toplanma amacı kitabımızı konuşmaktı, özlem gidermekti. Çorba ekmek bile yesek keyfimiz bozulmazdı. Bu sanırım hepimizin, küçük şeylerle de mutlu olmasını becerebilecek insanlar olmamızdan kaynaklanıyordu.

Önceden hazırlıklı olunmasa da epey doyurucu yedik diyebilirim, en azından kendi adıma söyleyeyim.

Benim için, diyalogların az olması, paragrafların pek çok cümleden oluşarak neredeyse bir tam sayfanın tek bir paragraf olması, sebepsiz yere bir adamın tutuklanması, bir sonuca erdirilemeyen umutsuz mahkeme süreçleri Dava’nın okunmasını zorlaştıran unsurlardı.

Sunumu dinlerken Galatasaray Lisesi’nden gelen rock müziğinin sesi zaman zaman Bilgen’in sesini örtüyordu. Bu sebeple Giulietta’nın balkonunun kapısını kapatmak zorunda kaldık. Bu arada sigara molalarını balkonda verdik. Balkon o kadar küçük ve bina o kadar eskiydi ki, sigara ve sohbet için dört kişi aynı anda balkona çıktığında ya balkon yıkılırsa diye ürkmedim değil.



En başta da dediğim gibi Bilgen tatilde olmasına rağmen çok güzel hazırlanmıştı. Kafka’nın diğer eserlerinden de örnekler verdi. En çok dikkatimi çeken Aforizmalar ile Dönüşüm oldu. Dönüşüm kütüphanede okunma sırasını bekliyor.

Gecenin sonuna doğru konuk olarak beklediğimiz ve Kafka Cafe’nin adını nereden aldığını bize anlatacak olan cafe sahibinin bir motosiklet kazası geçirdiğini ve yoğun bakıma alındığını duyduk.



Şanssızlıkların yakamızı bırakmadığı bir geceydi. Ama hepsi geceyi organize eden Bilgen’in kontrolü dışında gerçekleşmişti.

Amacımız kitabımızı konuşmak ve birlikte olmak olduğundan bu şanssızlıklara hiç kafamızı takmadık. Sadece cafenin adını nerden aldığını öğrenememiş olmak içimde kaldı. Evet, Bilgen’e hatırlatayım da bunu bir sonra ki sunumda öğrenebilirse bize aktarsın :).

O geceden hatıra, New York motifli kitap ayracım, bu günlerde kitaplarımın sayfalarını okşuyor.

Peyman



2 yorum:

Gulda dedi ki...

Onca aksiliğe rağmen Bilgen’in sakin kalabilmesine hayranlık duydum. Ve tüm zor koşullara rağmen bize yine çok güzel bir gece yaşatabilmesine:)

Acayip Kafkaesk bir ortam vardı tüm gece!

billur dedi ki...

Bilgen'in sunumu gerçekten hoş bir gece yaşattı bana da...

Seçilen mekan da adıyla, dekorasyonu ile sunum ile çok uyumlu ve güzel bir yerdi ama işletmesel açıdan bazı aksaklıklar olduğunu düşünmeden ve söylemeden edemeyeceğim ama Peymoş'un da dediği gibi bir aradaydık ve çok güzel mutlu haberler de almıştık..
Her sunum yeni serüven oluyor
Teşekkürler Bilgen
Tatil mahmurluğuna kapılmadan bize hoş bir akşam yaşattığın için..
Sevgiler
Billur

İlginizi Çekebilir

Related Posts with Thumbnails