24 Haziran 2010 Perşembe

2010 ORHAN KEMAL ROMAN ÖDÜL TÖRENİ



02 Haziran 2010 Çarşamba günü sabah şık bir biçimde giyinmiş olarak Gülda ile buluştum ve 2010 yılı 39.Orhan Kemal Roman Armağan Törenini izlemek için Orhan Kemal Kütüphanesi’ne doğru yola çıktık. Çok zorlanmadan bulduk ve tören başlamadan az önce Konferans Salonu’nda yerlerimizi aldık. Neden bu törenin ufacık bir konferans salonunda olduğunu, neden törende 50 kişi bile olmadığı konusunda söylendim durdum.



Mekan seçiminin nedeni adının Orhan Kemal Kütüphanesi olması idi herhalde diye karar verdim. Böyle önemli bir yazar olsun, bu yazarın aile üyeleri hala hayatta olsun, bir kültür merkezi kurmuş olsunlar ve bu tören ve bu kültür merkezi işi bu kadar kötü yönetilsin, olacak iş değil. Sabah Orhan Kemal Kütüphanesi’nin nerede olduğunu öğrenmek için Kültür Merkezi’ni aradığımızda karşımıza çıkan kişi adres bile veremedi!

Gülda’nın daha önce yazdığı gibi bu seneki 2010 Orhan Kemal Roman Ödülü’nü Şeytan Minareleri adlı romanı ile Hidayet Karakuş aldı. Tören saat 10.30 sularında Mehmet Önder’in töreni başlatması ve Ayten Şan’ın hoş geldiniz konuşması ile devam etti. Ardından Işık Öğütçü davet edildi ve kısa bir giriş konuşması yaptı. Tören Kültür Bakanı ve diğer siyasi kimliklerin göndermiş olduğu telgrafların okunması ile devam etti ve Orhan Kemal’in Nazım Hikmet’e yazdığı bir şiir okundu.



Turhan Günay, Orhan Kemal ile yakın bir dostlukları olmadığını, kendisi ile sadece 1969 yılında bir gün boyunca beraber olduğunu anlattı. Söz konusu olan gün Tarabya’dan Karadeniz’e balığa çıktıklarını ve tüm gün balıkçıları izlediklerini, ardından Sarıyer’de bir lokantaya tuttukları balıklarla gidip rakı-balık keyfi yaptıklarını anlatan Günay Orhan Kemal’in hala orada küçük insanları, balıkçıları yazdığını söyledi. “Türkiye’de romanın gelişiminde önemli bir yere sahip olduğunu ifade ettiği Orhan Kemal’in eserlerinin incelenmeden ve temel alınmadan Türkiye’de sosyoloji ve ekonomi kitaplarının yazılamayacağını “ ifade ederek sözlerine son verdi.

Günay’ın ardından sözü alan Sadık Aslankara öncelikle tören esnasında yapacağı konuşmanın yadırganabileceğini ve yersiz bulunabileceğini ancak bu kabahatini de kabul edeceğini söyleyerek başladı konuşmasına. Aslankara, Zeynep Arıkan’ın “Bereketli Topraklar Üzerinde Kürtler” adlı yazını okuyarak alıntılar yaptı. Yaptığım kısa bir araştırma ile bu yazının ilk sayısını Mart’ta çıkarmış olan 2 aylık edebiyat dergisi olan SICAK NAL adlı dergide yayımlandığını öğrendim, merak edenlere duyurulur.



Söz konusu bu yazıda aktarıldığı itibari ile Orhan Kemal’in Bereketli Topraklar Üzerinde adlı romanında Kürtler’in ötekileştirildiği, karakterlerinden öte fiziksel özelliklerinin vurgulanarak romanda var oldukları ve bireyselleştirilmekten uzaklaştırıldıkları, farklılıkları vurgulanarak özellikle şiddete yönelik yüzlerinin gösterildiği, acımasız ve adeta birer ölüm makinesi oldukları, öfkelerinin yansımasının çok daha keskin nitelikte olduğunun vurgulandığının yazıldığı belirtildi. Zeynep Arıkan ‘ın yazısında Orhan Kemal’in bile yeni bir kimlik yaratma çabasında olduğu hususunun ortaya çıktığının ifade edildiği eklendi.

Aslankara, bu nitelikte bir yaznın kabul edilemeyeceğini anti- emperyalist bir görüşe sahip olan Orhan Kemal için bu hususun doğru olmadığı, herkesi ve her şeyi yazdığını ve yazmadığı kimse kalmadığını belirtti. Ardından Orhan Kemal’in 1941 yılında yazdığı 2000’e Doğru adlı şiir okundu. Söz konusu şiirde Van Üniversitesi’nden bahsedilmesinin dikkat çekici olduğunu ifade etmeliyim. Bu şiiri ne yazık ki bulamadığım için buraya yazamıyorum.

Şiirin ardından söz sırası Osman Şahin’e geldi. Şahin konuşmasında daha çok Hidayet Karakuş’un eserini temel alarak konuştu. Romanda yer alan ve hikayeyi anlatan Bey Ana’nın varlığının yeniden bu romanda ortaya çıkarılmasının hoşluğundan bahsetti ve eskiden köylerde masal/hikaye anlatıcılarının olduğundan, özellikle Toroslar’da geçirdiği çocukluk yıllarında Dede Korkut Masallar’nın bu şekilde anlatılıp yayıldığından bahsetti. Şahin, romanında bu geleneği esas alarak romanını kaleme alan Karakuş’un tüm oyları alarak bu ödüle layık görüldüğünü ifade etti.



Şahin’in ardından Erol Ş. Erdinç “ Durumun kötü olduğundan ancak mutlaka aydınlanacağından “ bahsederek, Orhan Kemal’in Murtaza adlı eserinin Cervantes’in Don Kişot adlı romanı kadar önemli bir eser olduğunu ekleyerek sözlerini bitirdi.



Az, öz ve eleştirel bir konuşma yapan Enver Aysever özetle “ Oyunlu hale gelen edebiyat dünyasında post modernizm adı altında nelerin söylendiğinin, ifade edildiğinin pek anlaşılamadığından “ bahsetti ve “ Orhan Kemal’in bilge ve çelebi tarafının önemli olduğunu, Orhan Kemal’in Türkiye olduğunu ifade etti. Ayrıca televizyonun ve bu eksende dizilerin edebiyata yönelmesini – her ne kadar çarpıtılıp, uzaklaşsa da- çok olumlu bulmakla birlikte keşke böyle bir toplantı da yapımcıların, oyuncuların ve seyircilerin de bulunmasını da arzu ettiğini sözlerine ekledi.



Daha sonra Hidayet Karakuş’a ödülü takdim edildi . Romanın isminin nereden geldiği sorulan Karakuş, dünyadaki seslerin kaybolmadığına ve deniz minarelerinin bu sesleri sakladığına inandığını ifade etti. Sivas Olayları’nı anlattığı bu eserini olayın üzerinden epey zaman geçtikten sonra yazmasını ise Karakuş, olayın olmasının hemen ertesinde kalem alsaydı öfkesine ve kızgınlığına yenik düşme ihtimali olduğundan ve olayı sindirdikten sonra aktarmanın bu tehlikeyi ortadan kaldırdığı biçiminde açıkladı.



Orhan Kemal’den Nazım Hikmet’e…

Sen Prometenin çığlıklarını kaba kıyım tütün gibi piposuna dolduran adam
Sen benim mavi gözlü arkadaşım
Kabil değil unutmam seni
26 Eylül 1943 seni yapayalnız bırakıp hapishanede bir üçüncü mevki kompartımanda pupa yelken koşacağım memlekete
Tren bir güvercin gibi çırpınarak istasyona girecek
Gözü yaşlı bir genç kadına beş senenin ardından kocasını getirecek
O dem ki boş verip istasyon halkına Yanaklarından öperken sevgilimi Sen neşeli mavi gözlerinle bakacaksın içimden bana
O dem ki yürekten her şey atılacak
Ekmek, kin hasret, fakat Nazım Hikmet
Sen şu kadar kilometre uzakta kalmama rağmen
Aydınlık yüreğimin duvarına dayayıp sarı saçlı başını
Batan bir yaz güneşi hüznüyle ağlatacaksın arkadaşını
Günler geçecek ekmek derdi çökecek omuzlarıma
Fabrika, makineler tezgâhım
Sana şeker kamışı, portakal yollayacağım
Karım yün çorap örecek, her hafta mektup yazacağız
Askere almazlarsa eğer
Unutabilir miyim seni
Tahtakurusu ayıkladığımız hapishane gecelerini
Ve radyoda şark cephesinden haber beklediğimiz
Müthiş anların küfürünü
Radyonun yanındaki duvara kurşun kalemiyle abus insan yüzleri çizmiştin
Unutabilir miyim seni hiç?
Hala beton malta boylarında duyuyorum
Takunyaların sesini!
Unutabilir miyim seni?
Dünyayı ve insanlarımızı sevmeyi senden öğrendim


Törendeki Konuşkan İki Hanım

İsimlerini bilseydim, burada yazmaktan çekinmeyecektim çünkü çok sinirlendim. Aslında sonradan bu hanımların Orhan Kemal Kültür Merkezi ile ve Orhan Kemal’in oğulları ile bir akrabalık/dostluk ilişkisi içinde olduklarını da öğrenince sinirim iki katına çıktı. Bu iki hanım yanımda oturup tüm ödül töreni boyunca konuştular ve dedikodu yaptılar. Zaman zaman konuşmacıların konuşmalarını yakalayamadım; eğer yazımda herhangi bir yanlışlık var ise bu iki hanıma borçluyum. Başka konuşanları susturacakları yerde kendilerinin konuşmasını anlayabilmiş değilim. Dayandım, dayandım ve biraz ters ve yüksek sesle “Yeter artık susar mısınız lütfen?! Başından beri bir şey dinleyemedim“ dedim. Cevap ne oldu? Bıyık altından gülmek! Günlerdir zaten konserlerde ve benzeri yerlerde kıkırdayan, konuşan, fıkırdayan, fokurdayanlara karşı yüksele gelen öfkem bu iki hanım sayesinde iyice arttı. Daha başka bir tepki göstermemin nedeni o gün bana bir nur inmiş olmasındandı sanırım.



Orhan Kemal Ödül Töreni’nin layık olduğu bir biçimde yapılması dileği ile….

3 yorum:

Gulda dedi ki...

Ben de Orhan kemal Roman Ödül töreninin doğru düzgün yapılmasını diliyorum. Basının çok ciddi bir ilgi göstermesi sağlanabilir. Gayet geniş bir mekânda yapılabilir. Yine sade olabilir ama daha saygın olması şart.

Tören sonrası verilen çay ve kuru pasta durumun vahametini gözler önüne seriyordu. Para olmadığını ise hiç sanmıyorum. Konuşkan hanımefendiler de bir daha törene gelmesin lütfen.

bulutsuzluk dedi ki...

Merhaba;
Orhan Kemal'in 2000'e dair şiirine bu sayfadan ulaşabilirsiniz.
http://orhankemal.org/com/siir.htm
Saygılar

billur dedi ki...

Merhaba Bulutsuzluk;

Bilgilendirme için çok teşekkürler. Sanırım biraz kızkınlığın ve önyargının etkisiyle şiiri bulamadım. Arama motorunda ilk aradığımda şiirin adına Işık Öğütçü ile yapılan bir röportajda rastlayıp tekrar bulamayınca ve gönderi yapılan linlere de sabırla bakmayınca yok sandım.

Şimdi sayenizde Şiiri yazıyorum:

2000`e Dair

Bin dokuzyüz senesinin

İki bine yerini
Verdiğini
Görmek istiyorum
Ne zevkli şey olurdu seyretmek torunumu
Van üniversitesindeki kız arkadaşlarıyla
Kutbu şimalide kızak kaydığını
Vaşingtonda Kapitol bahçesinde
Ren şarabı içip
Çinli dostu Şin-Fo`yla beraber
Şankay`dan haber
Beklemek!
Adana `da gençlik aşımı yaptırıp
Hindistanda gerdeğe girmek için
Arzuhalsiz müracaat etmek
Hastanelere
Ve duyduğum sevincin
Radyografisini gösterip Hindli karıma
‘Sevgilim bak!’ demek
Ve Bahrimuhiti Atlasi`de

Karımla beraber zıpkın atmak
Balinalara!
Ne tadına doyulmaz olurdu
Misis`li Çopur Ali`nin,
Sorbone`da
‘Parçalanan Atomun
Sanayiye tatbikine dair’
Konferansını dinlemek
Ve 1941 harbi için
“Ne acayip sey!’demek
Hey gidi 2000senesi hey”

Sevgiler
billur

İlginizi Çekebilir

Related Posts with Thumbnails