6 Aralık 2011 Salı

HUGO

Geçtiğimiz Pazar günü Nehir’i sinemaya götürmeye söz verdiğimiz ve o da “çekirdek aile” olarak gitmekte ısrar ettiği için (Zorba da dahil ama sinemaya almıyorlar) animasyon formatında olmayan ama çocuk filmi niteliğini haiz bir filmde karar kıldık : " HUGO "

Nehir biraz itiraz edince filmin fragmanını seyrettik ve gene ikna olmayınca “Bak işte, Alice Harikalar Diyarında” gibi bir film bu!” sözleri dudaklarımdan dökülürken aklımdan “Acaba Martin Scorsese” niye böyle bir film çekmiş olabilir ki” diye düşünüyor, Ender’i ikna etmek için ise “Bak ama Martin Scorsese çekmiş” diyordum.






Sonunda sinema salonunda yerlerimizi aldık ve yaklaşık 40 dakika süren reklamlar bitince film başladı. Film başlayana kadar mısırını bitiren Nehir’in hüsranı beni gerginleştirse de az sonra başıma gelecek olanlardan habersizdim. Film Türkçe alt yazılı idi! Nehir’in 3 boyutlu gözlüklerinin ardında açılmış kömür gözlerinde çakan ateşler beni acil bir çözüm bulmaya itti. Simultane Tercüme! Tabii hem kulağına fısıldamak, hem üç boyutlu gözlüğün ardından tek gözle ekranı takip etmek –ben de filmi izlemek istiyordum- beni biraz hırpaladı ama sonunda film beğenilince ateşlere maruz kalmaktan yırttım.

HUGO’nun benim uydurduğum gibi Alice Harikalar Diyarı ile de uzaktan yakında ilgisi yok ve klasik bir çocuk filmi de değil açıkçası. Sinemanın coşkusunu ve heyecanını yüreklerinde hissedip bugünlere gelmesini sağlayan tüm herkese geç kalmış bir saygı duruşu ve o günlere ait hatıraları canlı kılmaya çalışan bir film.






Filmdeki tüm mekanlar ve sahneler çok etkileyiciydi ama özellikle 1930 ‘lu yıllara ait Paris görüntüleri çok güzeldi. Kısa sahneleri olan Jude Law’un yanı sıra Gandhi’yi seyrettiğim günden beri hayranı olduğum Ben Kingsley, ve çok yetenekli olduğunu düşündüğüm Hugo rolündeki Asa Butterfield ve filmin en ilginç ve komik karakteri olan istasyon polisi rolündeki Sacha Baron Cohen çok başarılı idiler.






Hugo, Brian Selznic’in ödüllü çocuk romanı ‘The İnvention of Hugo Cabret’ dan sinemaya uyarlanmış e senaryosu John Logan tarafından kaleme alınmış. Paris’te saat tamircisi olan babası ile yaşayan Hugo babasından saatleri tamir etmeyi öğrenmiş ve o çarkların olağanüstü mekanizmasını keşfetmiştir bir çocuktur. Babasını kaybedince sarhoş amcası ile Paris tren istasyonunda yaşamaya başlar ve bir süre sonra ise amcası ortadan kaybolduğundan saatleri kurmak ve bakımını yapmak işini üstlenir. Yalnızlığını ise babası ile tamir etmeye çalıştıkları bir robot gibi oyuncak paylaşmaktadır. Bu robot oyuncak Hugo’ya hiç bilmediği bir âlemin kapısını aralar.

Filmin ilk yarısı -sanırım senaryonun biraz sarkmasından kaynaklanıyor olabilir- aslında biraz sabır gerektirebiliyor ama ikinci yarısında siz de Hugo ile birlikte aralanan kapıdan içeri sızıyor ve sinemanın tarihine hızlı bir göz atıyorsunuz.

p align="justify">

Filmde ,ilk film olarak nitelendirilen ve Yönetmenliğini Auguste Lumière ve Louis Lumière kardeşlerin yaptığı 1895 yılına iat “Arrival of a Train at La Ciotat” (Bir Trenin La Ciotat Garına Gelişi) adlı filmin gösteriminde seyircilerin trenin gerçekten üzerlerine geleceğini sanarak korkmalarını görmek yüzümde naif bir gülümseme yarattı.Ayrıca George Melies ile yeniden tanışmak ve onun yüzlerce çektiği filmden sahneler görmek de çok zevkli idi.



Filmde benim özellikle eleştirdiğim nokta Fransa’da geçen bir olayın anlatıldığı filmde herkesin İngilizce konuşuyor olmasıydı ama Allah’tan öyleydi. Yoksa Nehir benim ruhumu emerdi. Zira Fransızca bilmiyorum.!

Sevgiler
Billur

3 yorum:

Peyman dedi ki...

Geçen hafta sonu da Emre beni sinemaya gidelim diye yedi bitirdi. İki gün üst üste kilometrelerce yolda direksiyon sallayınca, üstüne bir de basket, alışveriş eklenince pazar günü parçalara ayrılmış hallaç pamuğu gibiydim. Ben biraz uyumayı düşünüyorum dedim, sinema karanlık işte güzelce uyursun dedi. Neyse sonunda ikna ettim, ama önümüzdeki günlerde gitmek koşuluyla. Gideceğimiz filmi bulduk. Önerin için teşekkürler.

Boş Defter dedi ki...

İkizlerimin sinemaya gitme yaşına gelmelerini sabırsızlıkla bekliyorum :)

Ayse dedi ki...

Gecen cumartesi bu filmi izledim ancak bana cok ama cok duragan bir film geldi. Evet mekanlar guzel, oyuncular basarili, cekimler harika ama oykuyu cok uzattilar. Filmin basindan itibaren bir doldurus vardi sanki automaton calisinca gizemli bir olay gerceklesecekmis gibi. Sonucta bir msg geldi ben direk yani bumuydu dedim icimden!... Sanirim cok fazla fantastik kitap okuyorum ve beklentilerim farkili :)) Bence yinede gorsellik acisindan izlenmeli konusunuda severseniz o zaman ne mutlu size!...

İlginizi Çekebilir

Related Posts with Thumbnails