6 Ocak 2013 Pazar

İLİĞİNE KADAR ARNON GRUNBERG


C'est le Ton qui fait la Musique – Müziği Yapan Tonudur

Gözüm sürekli 2012 yılının listelerine takılıyor. Sabit Fikir'in hazırladığı birçoğunu henüz okumadığım Yılın Öne Çıkan Elli Romanı listesine bakıp, okumaya daha çok vakit ayırmam gerektiğini kendime tekrar ediyorum.  İlk sırada Çıplak Deniz Çıplak Ada var. Henüz okumadığım için utanıyorum. İhsan Oktay Anar’ın Yedinci Gün’ü ikinci sırada.  Evet, İhsan Oktay Anar metinleriyle de tanışmış sayılmam. Geçen sene heyecanla beklediğim kitap Murakami’nin 1Q84 idi. Mazeret sıralayan okul çocuklarına döndüm ama o kadar kalın ve ağır ki taşıyamıyorum.

 
Listede elbette okumuş ve okumayacak olduklarım da var. Kişisel listemi yaptığımda –ki listenin adı En İyi Roman ve Öykü listesi-  geçen sene okuduğum en iyi roman Arnon Grunberg’in İliğine Kadar’ı idi.  “Kurgu okumanın zamanı boşa harcamaktan başka bir şey olmadığını,” savunan Roland Oberstein’ın kasvetli dünyasında kaybolmak ve izleri aramak, neredeyse soluğumu kesti. Rahatsız edici, ara verip, yüzünüze soğuk sular çarpmak isteği duyduran bir roman bu.  “Hoppa”, “Tahrik”, “Çeşitlendirme”, “Tüketim”, “Etin Bedeli”, “Piyasa”, “Kapan” başlıklı bölüm isimleri de fikir veriyordur sanırım. Arnon Grunberg’in İliğine Kadar’ı 2010 yılında yazmış. 2012’de Alef Yayınevi sayesinde Türkçe’ye çevrilmiş. Hollanda aslından çevireni Gül Özlen.  
“Kurgu ve histerinin birbirinin uzantısı olduğunu,” savunan Oberstein’ın aksine, hikâyenin kadın karakterleri roman okumayı seviyorlar ve bu sayede, -hem de birçoğunu kısa süre önce okumuş olduğum,- birçok kitaba da atıfta bulunuyorlar. Roland’ın çanta tasarımcısı sevgilisi Violet, Murakami’nin Zemberek Kuşunun Güncesi adlı romanını çantasına bir türlü sığdıramıyor –bir de 1Q84’ü görse!- Son derece rahatsız edici bir diğer karakter olarak yer alan Höss uzmanı Lea, uçağa binerken yanına Türkçe’ye Kalp Zamanı olarak çevrilen Bachmann Celan  Mektuplar’ını –nefis bir seçim Lea,- alıyor. Kızını bahane ederek, kendisi için aldığı Wolf Erlbruch’un Ente, Tod und Tulpe, Ördek, Ölüm ve Lale kitabından bir tane de, romanın ilerleyen sayfalarında Oberstein’e de, -evet çok yerinde,-  hediye ediyor.  Kitapta metaforlar, metaforlara çarpıp duyuyor.  Arnon Grunberg, örneklediği kitaplarla romanının hikâyesini eksiksiz hale getiriyor. Roland bile bir yerde eline Imre Kertész’in kitabını alıyor. Atlı kız Gwendolyne’in Zweig ile kurduğu ilişki sırtta vurulan kırbaç gibi acıtıyor.

Duygusallığa hiç tahammülü olmayan, “üzerindeki hüznü, mağazadaki soyunma odasında giyip almamaya karar verdiği kazağı çıkartır gibi, düşünüp taşındıktan sonra çekip atan,” Roland, on kuruşun bile hesabını yapan annesinin aksine ekonomiye katkıda bulunmak için para harcamak gerektiğini savunmaktadır. Uzunca bir süredir Ekonomi Balonu ve tarihçesi hakkında çalışmaktadır. Hayattaki adil önceliği budur. Marx’ı Almancasından okuduğunu ve sayılı Adam Smith uzmanından biri olduğunu sürekli kendine ve başkalarına tekrar eder. Çalışmalarına devam edebilmek için, oğlu Jonathan –isim de ne kadar tanıdık-, eski eşi Sylvie, sevgilisi Violet’i, annesi Bayan Oberstein’ı Hollanda’da bırakarak Amerika’ya yerleşir, George Mason Üniversite’sinde göreve başlar. Amerika- Avrupa, eski-yeni, ölüm-yaşam, zina, haklılık, toplum-birey, söylenen-anlaşılmayan, soykırım, ırkçılık, gittikçe iliğine kadar kurutan gerilimiyle iyice tırmandırır. Roland’ın sosyal takma bacağı, gün geçtikçe daha fazla insanla fiziksel temas kurmasına sebep olur.  
 
 
Arnon Grunberg’in daha önce Tirza ve Yahudi Mesih adlı romanlarını okumuştum. Bunu ikinci sıraya yerleştirebilirim. Kitapların ortak temasını başka sözcükler ve yepyeni karakterlerle tekrar tekrar kurduğunu izlemek ayrıca etkileyici. Grunberg’in orta sınıf ahlakını böylesine iyi gözlemlemesine hayranlık duysam bile,  her üç romanın da sonunu şişirilmiş bulduğumu söylemeliyim. Tirza’nın Çöl kısmındaki gereksiz uzatmalar, Yahudi Mesih de Xavier Radek ve Awromele'nin Filistin lideriyle kurduğu ilişki ve burada da Atlı Kız Gwendolyne’in katılımıyla hızlanan değişim romanın kat kat açılan derinliğini zedeliyor fikrindeyim. Sanıyorum ki yazar,  tam anlayamamış olacağımız endişesiyle, daha, daha fazla açıklamalıyım hissine kapılıyor. Bunu son derece bilinçli ve daha fazla hırpalamak için de yapıyor olabilir, yine de “bu şaşırtıcı son” vuruşları, romanlarının tadını kaçırıyor. Roland’ın tıpkı üzerinde çalıştığı ekonomi balonu gibi şiştikçe şişen, ardından patlayan bir balon olduğunu fark ettiğini anlayabiliyoruz. Kimliksiz ve yalnız bireyler olduğumuzu da. İletişim araçları bu kadar fazlayken bile, birbirimizi anlayamamakta ısrar ettiğimizi, geleceğimizi kendi elimizle yok ettiğimizi de…

Kitap hakkında saatlerce konuşabilirim, o yüzden biran önce okumanızı rica ediyorum. Romanda hiç bahsi geçmese de Nietzsche’nin “Kadınlara mı gidiyorsun, kırbacını unutma,” sözü sürekli kulaklarımdaydı.

Gülda

1 yorum:

Eren Nadir Akşamoğlu dedi ki...

Liebster Blog Award için sizi mimledim. Liebster Blog Award için seni mimledim
http://erennadiraksamoglu.blogspot.com/2013/01/liebster-blog-award-mim-2.html

İlginizi Çekebilir

Related Posts with Thumbnails