Otelin döner kapısından içeri girer girmez, kendimi güvenlik kontrol kapısının ağzında buldum. Çantamı görevlinin önüne bıraktım. Metal dedektöründen geçip, görevlinin uzattığı çantamı aldım ve lobiye doğru yürüdüm. İlk defa kapısından adım attığım bir otel olmasına rağmen sanki yıllardır girip çıktığım bir yermiş hissine kapıldım. Kendimi burada hiç yabancı hissetmiyordum. Şaşkınlıkla lobideki lacivert-bej çizgili XVI. Louis tarzı koltukların, oymalı masif sehpaların, duvarlardaki aplikler ve tabloların, minimalist dekorasyon zevkime aykırı olsa da beni hiç rahatsız etmediğini fark ettim. Tuhaf bir şekilde mobilyalarla bütünleşmiştim.
Asansöre doğru yürürken, sabah evden çıkarken giydiğim çağla yeşili boyundan bağlı ipek gömlekle, diz üstümde biten bej rengi dar eteğim, kahverengi Louboutin topuklu ayakkabılarım ve aynı renkteki Hermes çantam yerini, belime kadar sımsıkı oturan, kolları omuzlarımdan büzgülerle dirseklerime kadar bol, dirseklerden aşağıya dar inen, belden aşağısı hafifçe kabarık, kalça kısmında ince bej rengi fistolarla zenginleştirilmiş, kabarık, bileklerime kadar inen çağla yeşili elbiseme uyan tüylü şapkama bırakmıştı. Sağ elimde minik satenden bir kese, sol elimde yine çağla yeşili, ucu bej rengi ince fisto fırfırlarla süslü şemsiyem vardı. Eldivenimin sağ tekini çıkartıp asansörün düğmesine bastım. Asansör kata indiğinde kırmızı kuyruklu ceketi, siyah pantolonu, küçük kırmızı şapkası ile asansör görevlisi iki kanatlı camekânlı kapıyı açtı. İçeri girdim. Tam kapılar kapanacak iken usta bir terzinin elinden çıktığı anlaşılan füme rengi takım elbisesi, siyah şapkası, cilalı siyah ayakkabıları ile sağ elinde siyah şemsiye taşıyan kumral bir adam elini kapıya dayamak kaydıyla bizi durdurdu. Gözlerim koyu kahverengi o çok tanıdık bir çift göz ile karşılaştığında içimi garip bir titreşim sardı. Asansörde sadece ben ve genç adam kalmıştık. Sanki bir zaman tünelindeydik. Etrafımızı altın rengi bir halka sarmıştı. Halka, başımızdan ayaklarımıza kadar inip çıkıyor ve asansörün içini gözleri kör edecek kadar parlak bir ışık kaplıyordu.
Küçük bir sarsıntı ile asansör ineceğim yemek salonunun katında durdu. Genç adamla bakışlarımız birbirine kenetlenmişti. Asansör görevlisi hafifçe öksürerek ineceğim katta durduğumuzu hatırlattı. Başım önümde, bana yol veren genç adamın yanından o erkeksi tanıdık kokusunu içime çekerek geçip asansörden indim.
“Elif anlatılamaz. Fakat büyü geleneğinde Elif iki şekilde tarif edilir. Birinci tarife göre geçmişe ve bugüne ait küçüklü büyüklü bütün noktaları içine alan Kâinat’ta bir noktadır. Elif’in gerçekleşmesi için kişinin ya da kişilerin o noktayla aynı yerde bulunması gerekir. Bu yere Küçük Elif diyoruz.”
“Büyük Elif, aralarında çok güçlü bir bağ bulunan iki veya daha fazla kişinin tesadüfen Küçük Elif’te bir araya gelmesiyle zuhur eder. İki farklı enerji birbirini tamamlayarak zincirleme bir tepkimeye yol açar. Bu iki enerji fener lambalarını yakan, pillerin içindeki zıt kutuplardır ve ışığın yanmasını sağlarlar.”
Ben kendi Elif’imi işte aynen yukarıdaki öyküde olduğu gibi tarif ederdim.
Paulo Coelho ise kendi Elif’ini, bilgelik yolundaki gelişmesini, geçmişle arasındaki hesaplaşmayı, 9.288 kilometrelik bir tren yolculuğunda yaşadığını anlatıyor.
Gizemli ustası J.’nin tavsiyesi ile Rusya’da bir tren yolculuğuna çıkan Coelho’ya bu yolculukta bir Tao ustası olan Yao, Rus yayıncısı ve Rusya’da konservatuarda okuyan başarılı keman virtüözü olan Türk kızı Hilâl eşlik ediyor.
Kitabı okumak istememde en önemli etken Coelho’nun daha önce çok beğenerek okuduğum Simyacı, Zahir ve Portobello Cadısı isimli kitapları ile Elif’te hikâyenin kahramanlarından birinin Türk kızı Hilâl olmasıydı.
Portekizce’den sonra ilk kez Türkçe’ye çevrilerek yayınlanan kitapta yazarın diğer romanlarındaki mistik öğelerle anlatıya kattığı o büyülü satırlara rastlayamamakla beraber, reenkarnasyona bakış açısını aktarması ile okurlarına kendini daha yakından tanıtmak amacına başarıyla ulaştığını düşünüyorum. Hatta daha da ötesine geçerek, eşiyle arasındaki sıkı ilmeklerle dokunmuş, karşılıklı güven ilkesine dayalı ilişkisini de yansıtmış. Hilâl ile yaşadıklarını anlatırken, eşiyle güvene dayalı bir evliliğinin olduğunu asıl kendi kendine mi hatırlatmak istiyordu, yoksa okurlarına yanlış anlaşılmaya meyil vermemek için mi evliliğinden bahsetmişti bilemiyorum.
Bir Coelho klasiği olarak bilincinde olduğumuz, ama günlük hayatın rutininde üzerine perde çekerek gizlediğimiz veya toplum tarafından bize zorla kabul ettirilmek istenen bir takım olguları da yeniden bizlere hatırlatan veya onları fark etmemize ışık tutan satırlar var.
“İnsanların olmamızı istediği kişi değiliz. Olmaya karar verdiğimiz kişiyiz. Suçu başkalarına atmak çok kolaydır. Ömrünü başkalarını suçlayarak geçirebilirsin, ama başarılarının da tökezlemelerinin de tek sorumlusu sensin. Zamanı durdurmaya uğraşsan da boşa kürek çekmiş olursun.”
Elif, beni diğer kitaplarından daha fazla etkilemedi. Belki konunun reenkarnasyona dayalı olmasıydı bu etkiyi yaratan. Çünkü ben reenkarnasyona inanıp inanmamak arasında bir noktadayım.
Rönesans dönemini sanatsal zenginliği ve o dönem giyilen kostümleri açısından ilgi çekici bulmam, Rönesans’ın büyük bir aşkla sevdiğim İtalya’da doğmuş olması, benim şimdiki hayatımda İtalyan Lisesi’nde okumam ve bir süre İtalya’da yaşamam benim reenkarnasyona bakış açımı etkilemeli mi bunu da bilemiyorum.
Peyman
Asansöre doğru yürürken, sabah evden çıkarken giydiğim çağla yeşili boyundan bağlı ipek gömlekle, diz üstümde biten bej rengi dar eteğim, kahverengi Louboutin topuklu ayakkabılarım ve aynı renkteki Hermes çantam yerini, belime kadar sımsıkı oturan, kolları omuzlarımdan büzgülerle dirseklerime kadar bol, dirseklerden aşağıya dar inen, belden aşağısı hafifçe kabarık, kalça kısmında ince bej rengi fistolarla zenginleştirilmiş, kabarık, bileklerime kadar inen çağla yeşili elbiseme uyan tüylü şapkama bırakmıştı. Sağ elimde minik satenden bir kese, sol elimde yine çağla yeşili, ucu bej rengi ince fisto fırfırlarla süslü şemsiyem vardı. Eldivenimin sağ tekini çıkartıp asansörün düğmesine bastım. Asansör kata indiğinde kırmızı kuyruklu ceketi, siyah pantolonu, küçük kırmızı şapkası ile asansör görevlisi iki kanatlı camekânlı kapıyı açtı. İçeri girdim. Tam kapılar kapanacak iken usta bir terzinin elinden çıktığı anlaşılan füme rengi takım elbisesi, siyah şapkası, cilalı siyah ayakkabıları ile sağ elinde siyah şemsiye taşıyan kumral bir adam elini kapıya dayamak kaydıyla bizi durdurdu. Gözlerim koyu kahverengi o çok tanıdık bir çift göz ile karşılaştığında içimi garip bir titreşim sardı. Asansörde sadece ben ve genç adam kalmıştık. Sanki bir zaman tünelindeydik. Etrafımızı altın rengi bir halka sarmıştı. Halka, başımızdan ayaklarımıza kadar inip çıkıyor ve asansörün içini gözleri kör edecek kadar parlak bir ışık kaplıyordu.
Küçük bir sarsıntı ile asansör ineceğim yemek salonunun katında durdu. Genç adamla bakışlarımız birbirine kenetlenmişti. Asansör görevlisi hafifçe öksürerek ineceğim katta durduğumuzu hatırlattı. Başım önümde, bana yol veren genç adamın yanından o erkeksi tanıdık kokusunu içime çekerek geçip asansörden indim.
“Elif anlatılamaz. Fakat büyü geleneğinde Elif iki şekilde tarif edilir. Birinci tarife göre geçmişe ve bugüne ait küçüklü büyüklü bütün noktaları içine alan Kâinat’ta bir noktadır. Elif’in gerçekleşmesi için kişinin ya da kişilerin o noktayla aynı yerde bulunması gerekir. Bu yere Küçük Elif diyoruz.”
“Büyük Elif, aralarında çok güçlü bir bağ bulunan iki veya daha fazla kişinin tesadüfen Küçük Elif’te bir araya gelmesiyle zuhur eder. İki farklı enerji birbirini tamamlayarak zincirleme bir tepkimeye yol açar. Bu iki enerji fener lambalarını yakan, pillerin içindeki zıt kutuplardır ve ışığın yanmasını sağlarlar.”
Ben kendi Elif’imi işte aynen yukarıdaki öyküde olduğu gibi tarif ederdim.
Paulo Coelho ise kendi Elif’ini, bilgelik yolundaki gelişmesini, geçmişle arasındaki hesaplaşmayı, 9.288 kilometrelik bir tren yolculuğunda yaşadığını anlatıyor.
Gizemli ustası J.’nin tavsiyesi ile Rusya’da bir tren yolculuğuna çıkan Coelho’ya bu yolculukta bir Tao ustası olan Yao, Rus yayıncısı ve Rusya’da konservatuarda okuyan başarılı keman virtüözü olan Türk kızı Hilâl eşlik ediyor.
Kitabı okumak istememde en önemli etken Coelho’nun daha önce çok beğenerek okuduğum Simyacı, Zahir ve Portobello Cadısı isimli kitapları ile Elif’te hikâyenin kahramanlarından birinin Türk kızı Hilâl olmasıydı.
Portekizce’den sonra ilk kez Türkçe’ye çevrilerek yayınlanan kitapta yazarın diğer romanlarındaki mistik öğelerle anlatıya kattığı o büyülü satırlara rastlayamamakla beraber, reenkarnasyona bakış açısını aktarması ile okurlarına kendini daha yakından tanıtmak amacına başarıyla ulaştığını düşünüyorum. Hatta daha da ötesine geçerek, eşiyle arasındaki sıkı ilmeklerle dokunmuş, karşılıklı güven ilkesine dayalı ilişkisini de yansıtmış. Hilâl ile yaşadıklarını anlatırken, eşiyle güvene dayalı bir evliliğinin olduğunu asıl kendi kendine mi hatırlatmak istiyordu, yoksa okurlarına yanlış anlaşılmaya meyil vermemek için mi evliliğinden bahsetmişti bilemiyorum.
Bir Coelho klasiği olarak bilincinde olduğumuz, ama günlük hayatın rutininde üzerine perde çekerek gizlediğimiz veya toplum tarafından bize zorla kabul ettirilmek istenen bir takım olguları da yeniden bizlere hatırlatan veya onları fark etmemize ışık tutan satırlar var.
“İnsanların olmamızı istediği kişi değiliz. Olmaya karar verdiğimiz kişiyiz. Suçu başkalarına atmak çok kolaydır. Ömrünü başkalarını suçlayarak geçirebilirsin, ama başarılarının da tökezlemelerinin de tek sorumlusu sensin. Zamanı durdurmaya uğraşsan da boşa kürek çekmiş olursun.”
Elif, beni diğer kitaplarından daha fazla etkilemedi. Belki konunun reenkarnasyona dayalı olmasıydı bu etkiyi yaratan. Çünkü ben reenkarnasyona inanıp inanmamak arasında bir noktadayım.
Rönesans dönemini sanatsal zenginliği ve o dönem giyilen kostümleri açısından ilgi çekici bulmam, Rönesans’ın büyük bir aşkla sevdiğim İtalya’da doğmuş olması, benim şimdiki hayatımda İtalyan Lisesi’nde okumam ve bir süre İtalya’da yaşamam benim reenkarnasyona bakış açımı etkilemeli mi bunu da bilemiyorum.
Peyman
7 yorum:
Kitap kulubümüzün bu ay okuduğumuz kitabımız bu. Henüz okumaktayım Haziran ayı toplanıp yorumlayacağız. Kitabıon ortalarını geçtim. Yorumlarınızı çok yerinde buldum. Şu ana kadar aynen düşünüyorum. Gerçi kitapta altı çizilecek çok satır bulmama rağmen katılmadığın, pek öyle değil diye düşündüğüm pek çok saptamasına tanık oldum. Yine de beni düşüncelerimin dışına çıkartıp olabilir mi acaba diye düşündürdüğünden sevmeye başladığımı itiraf edeyim. Yorumlarımı blog yazısıyla haziranda aktarmayı düşünüyorum. O zamana kadar hoşçakalın.Sevgiler
Simyacı haricinde Paulo Coelho kitabı okumadığımı itiraf etmeliyim. Neden bilmiyorum ama ısınamadım ben bu yazara.
Senin yazından sonra bu kitabı da es geçiyorum:)
Sevgiler,
Gülda
Merhaba Defne Hanım,
Evet ben de kitapta pek çok satırın altını çizdim. Sizin gibi kitabın özellikle yarısından sonra benim de "acaba" sorgulamalarım hiç eksik olmadı.
Bu kitapta Paulo Coelho'ya bakış açım değişti. Hani hep aynı usulde pişirdiğiniz pilav bazen aynı lezzette olmaz ya, işte ben bu kitapta öyle bir hisse kapıldım. Merakla blogunuzdaki yorumunuzu bekleyeceğim.
Sevgiler,
Gülda'cım,
Ben de sanırım Paulo Coelho'nun bundan sonra yayınlanacak kitaplarını zor okurum. Elif'te biraz ticari kaygısı da sezinledim sanırım. Yapay bir şey vardı, tam ifade edemiyorum.
Sanat için yazılmış bir kitap izlenimi vermedi.
Sevgiler,
Simyacı kitabını okuduktan sonra bu kitap bana çok yavan geldi ve yarısından sonra okumayı bıraktım. Belki yeniden okumaya başlarım...
Sevgili Kitapkolik,
Aklınıza takılacaksa okuyun. Belki de zamanınızı sizi daha çok etkileyecek bir başka kitaba adamanız daha iyi olur.
Sevgiler,
Simyacıyı ilk okuduğumda anlayamamış, sonuna yakın bir yerde bırakmıştım. Yıllar geçti aradan. Geçen kış tekrar elime aldım. Bu sefer birazcık anlayabildim.Hala da tam olarak anladığımdan emin değilim gerçi de :)) Bu sefer sevdim. Elif'i aldım. Okumaya başladım, yine anlamıyorum bir şey.Kitaba giremiyorum bir türlü. Kendi kendime , acaba dedim ben ancak iki kere okuyunca mı anlayabiliyorum Paulo Coelho'yu. Kitabı zorla bitirdim.Bir kez daha okusam bile bir şey anlayabileceğimi sanmıyorum. Sanırım uzunca bir süre Paulo Coelho okumam.
Sevgiler.
Yorum Gönder