1979 MİLLİYET YAYINLARI ROMAN ARMAĞANI
1983 ORHAN KEMAL ROMAN ARMAĞANI
Üç kuşak boyunca Nişantaşılı bir aileyi anlatan bu kitap 1905 Abdülhamit'in son yıllarında başlayıp 1970Türkiye Cumhuriyet'ine kadar uzanıyor ve baş kahraman Cevdet Bey ve oğullarının hikayesini anlatıyor. Kitabın üç kahramanı da ''Hayatın amacı nedir? '' sorusuna cevap arıyor ki, siz de okurken aynı onlar gibi bu sorunun cevabı ne olmalı diye pek çok kez düşünüyorsunuz.
Orhan Pamuk karakterlerinin güçlü ve zayıf taraflarını derinlemesine incelemiş ve anlatmış ki, sonucunda bu anlatım her bir kahramana karşı samimi duygular beslemenize sebebiyet veriyor. Örneğin Cevdet Bey'in ilk Müslüman tüccarlardan biri olmasından dolayı Yahudi, Rum, Ermeni tüccarları arasında kendini çok yalnız hissetmesi, zengin olma isteğini Jöntürk ve hasta ağabeyinin alaya alması hatta aşağılaması, taşralı geçmişinden kaçmak için evlenip Nişantaşı'na kaçması, tüm bunlardan dolayı oluşan komplekslerini o kadar samimi anlatmış ki Orhan Pamuk, zaman zaman annenizle yan komşunuz hakkında konuştuğunuz hissine kapılıyorsunuz. Aynı zamanda bu komplekslerine rağmen Cevdet Bey ailesine, çocuklarına, işine bağlı çalışkan bir karakter olarak kitapta yerini alınca, hatta okuyucu ile şu düşüncelerini paylaşınca '' Ben düşünüyorum ki... iyi bir ailem olsun. İşlerim de iyi olsun. İyi bir hanım, çocuklar... işte benim hedefim bu!'' (s.46) bu kararlı, hayattan ne istediğini bilen 'realist' adama saygı duyuyorsunuz.
Döneme, günlük yaşama, çok ulusluluğa ve dönemin siyasi durumuna dair detayları da basitçe satır aralarında ustalıkla yansıtmış Orhan Pamuk. İşte benim en sevdiğim iki örnek paragraf;
''Her sabah yaptığı gibi hızlı ve sinirli adımlarla arkadaki masaya gidip oturdu. Sağına soluna suçlayacak bir şey arıyormuş gibi baktı. Sonra her sabah olduğu gibi gene Moniteur D'Orient gazetesinin masasının üzerine konduğunu görerek rahatladı. Her sabahki alışkanlığıyla önce tarihe baktı : 24 Juillet 1905 - 11 Temmuz 1321, pazartesi. Sonra başlıklara göz gezdirdi. Bomba olayı ile ilgili son gelişmeleri öğrendi. Rus-Japon savaşı hakkında yazılanları okudu, ama bunlara ilgi duymadı. Hemen sayfayı çevirip borsa haberlerine bakmaya başladı. Sonra birkaç ilgi çekici ilanı okudu: Demir tüccarı Dimitri deposunu satıyordu; güç durumda olmalıydı. Kendisi gibi elektrik ve nalburiye ile uğraşan Panoyat da yeni mallarını tanıtıyordu. Cevdet bey de bir ilan vermeye karar verdi, sonra caydı.'' (s.15)
''Ünlü berber Petro'nun dükkânından şapkalı biri çıkıyordu. Veliaht Reşat Efendi'nin terzisi olduğu söylenen Botter'in vitrinine, iki Hıristiyan kadın bakıyordu. Gümüş ve kristal eşya satan Decugis'in camekânı pırıl pırıldı. İleride Lebon Pastanesi vardı. Cevdet Bey bakkal Dimitrokopulo'nun tabelasının görünce gene sabah kapıldığı yalnızlık duygusuna kapıldı.'' (s.23)
Kitabın ilk bölümü ve üçüncü bölümü sadece bir günü anlatmasına rağmen sürükleyici dili sayesinde sıkılmadan okunabiliyor. Orhan Pamuk'un özellikle sadece bir günü anlatarak kitaba başlamasının ve sonlandırmasının nedeni insanın bir gün içersinde anlık değişen düşünceleri, duyguları, iç hesaplaşmaları ile yalnız bir mahlûk olduğu mesajını vermek istemesi okuyucuya. Kitabın temelinde de (ikinci bölümde de) işlenen tema yalnızlık ve bu yalnızlıkla baş etmeye çalışan insanoğlunun hayatın anlamını sorgulaması. Bu ''yalnızız''gerçekliğinin katılığını ise gündelik koşuşturmaları, kırgınlıkları, tartışmaları, sevilenler için duyulan endişeleri, çekişmeleri, bayram sofralarını anlatarak yumuşatmış ''hem yalnızız hem de yalnız değiliz'' demiş bir yerde...
İkinci bölüm Abdülhamit ve Meşrutiyet döneminin bitmiş olduğu Cumhuriyet döneminde başlıyor, 1936 - 1939 yılları arasındaki 4 yıllık süreyi kapsıyor. Bu bölümde her şey çok yeni, Avrupalı olmaya çok (hevesli) yakın bir o kadar da (bu düşünceye yabani) uzak bir ülkenin aydınları için bile çok yeni her şey ve kadınların hayatın içersinde ama bir o kadar da gerisinde olmasına alışılmış ki, işte bu yüzden gelişimi istemekle uygulayabilmek arasındaki çelişkiler de çok güzel vurgulanmış.
''Hanımlar da içsin,'' dedi Sait Bey ''Daha Türkiye'ye gelmedik...'' Kültüre, zamana, değişen hayata ve Türkiye'ye, geceyarısı trenle yaklaşılan şu bizim sevgili, hüzünlü memleketimize ilişkin bir şakaydı bu. Sofrada uzun zamandan beri böyle şeylerden söz ediliyor, şakalar yapılıyor, gülüşülüyordu. Sait Bey hep birlikte güldükten sonra, karısına takıldı: 'Atiye Hanım içkiyi ancak yurt dışında gönül rahatlığıyla içebiliyordu. Bunun üzerinde Sait Bey'in kızkardeşi Güler de ağbisine takıldı: 'Sait de Fransa'ya her gidişinde şarap ve rakı hakkındaki düşüncelerini değiştiriyordu. Sait bey kızkardeşinin şakasından alınmış gibi yaptı. ''Rakıyı tartışmam!'' dedi. Ömer'e bakarak ekledi: 'Rakı erkek içkisidir!'' Buna gülüşülmedi. Yalnız Sait Bey Ömer ile bir şeyler paylaşmaktan, erkekliğin tadını çıkarmaktan hoşnut gülümsedi. Ömer onlarla dün gene burada, vagon-restoranda tanışmıştı. Sait Bey özür dileyerek boş masa bulamadıklarını, oturmak istediklerini söylemişti. İlk nezaket sözlerinden sonra Paris'e neden geldiklerini anlatmışlardı; Sait Bey her yıl karısıyla Avrupa'ya çıkmayı alışkanlık edinmişti. Bu yıl yanına kocasından ayrılan kızkardeşini de almıştı. Ömer de onlara Paris'e Londra'dan dönerken uğradığını söylemişti. Dört yıldır Londra'da inşaat mühendisliği okuyordu. ''Ama biz kadın hakları konusunda birçok Avrupa ülkesinden ilerideyiz,'' dedi Atiye Hanım. Sait Bey : '' Doğru, bu önemli!'' dedi ...'' Cumhuriyet işte bu ...'' Yüzüne yakışmayan haşarı bir çocuk bakışı takınarak ekledi : ''AMA ENİNDE SONUNDA KADINLARIN DÜNYANIN HER YERİNDE GÖREVLERİ AYNIDIR.'' (s.91-92)
İkinci bölümde aile Soyadı Kanunundan sonra Işıkçı soyadını almış. Cevdet Bey, kalabalık ailesi ile Nişantaşı'ndaki evinde yaşamaktadır, işleri daha büyütmüş başarılı olmuştur bir fabrikanın hayalini kurmaktadır. Bu bölümde aileye evin küçük oğlu Refik'in üniversiteden arkadaşları Ömer ve Muhittin karakterleri hikâyenin devamını anlatmak ve tamamlamak için katılırlar. 'Realist' Cevdet Beyin tersine üçü de aynı Cevdet Beyin ağabeyisi Nusret gibi, 'idealist' kişilikler olarak ön plana çıkarlar. Refik, Ömer, Muhittin hayatın anlamının peşinde koşarken yolları kesişmeye devam eder. Refik, Ömer ve Muhittin kendi kişisel sorunlarından çok ülke ve toplum meseleleri üzerinde kafa yormaya, çözümler aramaya çalışan dönemin Türk aydınlarından ama hayatta başarılı ya da olmak istedikleri kişiler olamıyorlar bir türlü. Bu bölüm genel olarak bu üçlü çevresinde örülmüş olarak ama daima aile romanı olarak devam ediyor. Nasıl mı? Nişan/düğün sünnet kutlamaları, bayram yemekleri o yemeklerde yenen 'geleneksel portakallı ekmek kadayıfları' ve tabi Cevdet Beyin ölümü sonrası çocukların konağı apartmana döndürme ısrarlarına rağmen aileyi bir arada tutmaya çalışan Nigan hanım sayesinde... ''Bir evde hep birlikte oturulup, hep birlikte yaşanır, herkes birbiriyle ilgilenir... Benim ailem büyük evlerde oturmuştur... Üstüste kutularda değil. Herkes birbiriyle ilgilenmeli, herkes birbirini sevmeli, kimsenin hayatını ötekinden gizlememeli... Doğrusu budur!''(s.458)
Üçüncü bölümün ana teması yine, hayatın anlamı. 12 Aralık 1970'de Refik'in oğlu sol görüşlü ressam Ahmet'in kız arkadaşı İlknur ile babasının güncesini okurken ki sözlerine kulak vermeliyiz onu için hayatın anlamının ne olduğunu anlayabilelim... '' Hayatı ele geçirmenin, somut hayatı kavramanın benim için yolu. Uydurarak, hayal kurarak, çalışarak, çalışarak, çalışarak, sanat yapmalıyım bunu'' (s.593)
Kitap Nigan Hanımın vefatıyla sona eriyor, bir dönemin kapanışı.
Kitapta Cevdet Bey ve ailesinin hikayesi anlatılırken (aile romanı) Türkiye'nin sosyal hayatındaki değişimleri de roman kahramanları (Ömer, Muhittin) aracılığıyla okucuya anlatmasındaki başarı (çağ romanı) Orhan Pamuk'un ilk romanı olması açısından dikkat çekmiştir. Bu anlamda Cevdet Bey ve Oğulları hem ''aile romanı'' (Alm.Bildungsroman) adı verilen roman türünü yansıtmakta hem de ve bir ülkenin değişiminin insanlar üzerindeki etkisini de farklı karakterlerle (Refik, Ömer, Muhittin) anlatmasından dolayı ''çağ romanı'' (Alm.Zeitroman) türüne de girmektedir. Orhan Pamuk'un bazı eserlerinin değişik yazarlara ait eserlerden fazla esinlendiği için eleştirildiği gibi bu ilk romanı sonrasında da kopyacı damgası yemekten kurtulamıyor. Kitabın Thomas Mann'in 'aile romanı' türüne örnek başyapıtlarından sayılan 'Buddenbrook Ailesi' romanından etkilenerek yazıldığı söyleniyor. (Mann'in kitabını okumadığım için benim kendi yorumumu yapmam burada imkânsız ama ilk fırsatta bu kitabı okunacaklar listesine ilave ettim, okuduktan sonra yorum yapma hakkım doğabilir !)
Kitap Kapağı Hakkında
Daha evvel başka bir yazımda belirtmiştim, Kitap Kulübü üyelerinden Ayşe'den bulaşan bir hastalık bu! Kitabın kapak sayfasını incelemek, bir kitabı okumak kadar heyecan verici ve sevdiğim bir aksiyon. İtiraf edeyim bu kitabı çok uzun zaman önce okumuştum, Gülda'nın Orhan Kemal Ödüllü Kitaplarını Blog için yazalım dediğinde tamam deyip zamanında ödevimi yapmamak için dirensem de gün gelip kitabı elime aldığımda önce uzun uzun kapağını inceledim.
Döneme, günlük yaşama, çok ulusluluğa ve dönemin siyasi durumuna dair detayları da basitçe satır aralarında ustalıkla yansıtmış Orhan Pamuk. İşte benim en sevdiğim iki örnek paragraf;
''Her sabah yaptığı gibi hızlı ve sinirli adımlarla arkadaki masaya gidip oturdu. Sağına soluna suçlayacak bir şey arıyormuş gibi baktı. Sonra her sabah olduğu gibi gene Moniteur D'Orient gazetesinin masasının üzerine konduğunu görerek rahatladı. Her sabahki alışkanlığıyla önce tarihe baktı : 24 Juillet 1905 - 11 Temmuz 1321, pazartesi. Sonra başlıklara göz gezdirdi. Bomba olayı ile ilgili son gelişmeleri öğrendi. Rus-Japon savaşı hakkında yazılanları okudu, ama bunlara ilgi duymadı. Hemen sayfayı çevirip borsa haberlerine bakmaya başladı. Sonra birkaç ilgi çekici ilanı okudu: Demir tüccarı Dimitri deposunu satıyordu; güç durumda olmalıydı. Kendisi gibi elektrik ve nalburiye ile uğraşan Panoyat da yeni mallarını tanıtıyordu. Cevdet bey de bir ilan vermeye karar verdi, sonra caydı.'' (s.15)
''Ünlü berber Petro'nun dükkânından şapkalı biri çıkıyordu. Veliaht Reşat Efendi'nin terzisi olduğu söylenen Botter'in vitrinine, iki Hıristiyan kadın bakıyordu. Gümüş ve kristal eşya satan Decugis'in camekânı pırıl pırıldı. İleride Lebon Pastanesi vardı. Cevdet Bey bakkal Dimitrokopulo'nun tabelasının görünce gene sabah kapıldığı yalnızlık duygusuna kapıldı.'' (s.23)
Kitabın ilk bölümü ve üçüncü bölümü sadece bir günü anlatmasına rağmen sürükleyici dili sayesinde sıkılmadan okunabiliyor. Orhan Pamuk'un özellikle sadece bir günü anlatarak kitaba başlamasının ve sonlandırmasının nedeni insanın bir gün içersinde anlık değişen düşünceleri, duyguları, iç hesaplaşmaları ile yalnız bir mahlûk olduğu mesajını vermek istemesi okuyucuya. Kitabın temelinde de (ikinci bölümde de) işlenen tema yalnızlık ve bu yalnızlıkla baş etmeye çalışan insanoğlunun hayatın anlamını sorgulaması. Bu ''yalnızız''gerçekliğinin katılığını ise gündelik koşuşturmaları, kırgınlıkları, tartışmaları, sevilenler için duyulan endişeleri, çekişmeleri, bayram sofralarını anlatarak yumuşatmış ''hem yalnızız hem de yalnız değiliz'' demiş bir yerde...
İkinci bölüm Abdülhamit ve Meşrutiyet döneminin bitmiş olduğu Cumhuriyet döneminde başlıyor, 1936 - 1939 yılları arasındaki 4 yıllık süreyi kapsıyor. Bu bölümde her şey çok yeni, Avrupalı olmaya çok (hevesli) yakın bir o kadar da (bu düşünceye yabani) uzak bir ülkenin aydınları için bile çok yeni her şey ve kadınların hayatın içersinde ama bir o kadar da gerisinde olmasına alışılmış ki, işte bu yüzden gelişimi istemekle uygulayabilmek arasındaki çelişkiler de çok güzel vurgulanmış.
''Hanımlar da içsin,'' dedi Sait Bey ''Daha Türkiye'ye gelmedik...'' Kültüre, zamana, değişen hayata ve Türkiye'ye, geceyarısı trenle yaklaşılan şu bizim sevgili, hüzünlü memleketimize ilişkin bir şakaydı bu. Sofrada uzun zamandan beri böyle şeylerden söz ediliyor, şakalar yapılıyor, gülüşülüyordu. Sait Bey hep birlikte güldükten sonra, karısına takıldı: 'Atiye Hanım içkiyi ancak yurt dışında gönül rahatlığıyla içebiliyordu. Bunun üzerinde Sait Bey'in kızkardeşi Güler de ağbisine takıldı: 'Sait de Fransa'ya her gidişinde şarap ve rakı hakkındaki düşüncelerini değiştiriyordu. Sait bey kızkardeşinin şakasından alınmış gibi yaptı. ''Rakıyı tartışmam!'' dedi. Ömer'e bakarak ekledi: 'Rakı erkek içkisidir!'' Buna gülüşülmedi. Yalnız Sait Bey Ömer ile bir şeyler paylaşmaktan, erkekliğin tadını çıkarmaktan hoşnut gülümsedi. Ömer onlarla dün gene burada, vagon-restoranda tanışmıştı. Sait Bey özür dileyerek boş masa bulamadıklarını, oturmak istediklerini söylemişti. İlk nezaket sözlerinden sonra Paris'e neden geldiklerini anlatmışlardı; Sait Bey her yıl karısıyla Avrupa'ya çıkmayı alışkanlık edinmişti. Bu yıl yanına kocasından ayrılan kızkardeşini de almıştı. Ömer de onlara Paris'e Londra'dan dönerken uğradığını söylemişti. Dört yıldır Londra'da inşaat mühendisliği okuyordu. ''Ama biz kadın hakları konusunda birçok Avrupa ülkesinden ilerideyiz,'' dedi Atiye Hanım. Sait Bey : '' Doğru, bu önemli!'' dedi ...'' Cumhuriyet işte bu ...'' Yüzüne yakışmayan haşarı bir çocuk bakışı takınarak ekledi : ''AMA ENİNDE SONUNDA KADINLARIN DÜNYANIN HER YERİNDE GÖREVLERİ AYNIDIR.'' (s.91-92)
İkinci bölümde aile Soyadı Kanunundan sonra Işıkçı soyadını almış. Cevdet Bey, kalabalık ailesi ile Nişantaşı'ndaki evinde yaşamaktadır, işleri daha büyütmüş başarılı olmuştur bir fabrikanın hayalini kurmaktadır. Bu bölümde aileye evin küçük oğlu Refik'in üniversiteden arkadaşları Ömer ve Muhittin karakterleri hikâyenin devamını anlatmak ve tamamlamak için katılırlar. 'Realist' Cevdet Beyin tersine üçü de aynı Cevdet Beyin ağabeyisi Nusret gibi, 'idealist' kişilikler olarak ön plana çıkarlar. Refik, Ömer, Muhittin hayatın anlamının peşinde koşarken yolları kesişmeye devam eder. Refik, Ömer ve Muhittin kendi kişisel sorunlarından çok ülke ve toplum meseleleri üzerinde kafa yormaya, çözümler aramaya çalışan dönemin Türk aydınlarından ama hayatta başarılı ya da olmak istedikleri kişiler olamıyorlar bir türlü. Bu bölüm genel olarak bu üçlü çevresinde örülmüş olarak ama daima aile romanı olarak devam ediyor. Nasıl mı? Nişan/düğün sünnet kutlamaları, bayram yemekleri o yemeklerde yenen 'geleneksel portakallı ekmek kadayıfları' ve tabi Cevdet Beyin ölümü sonrası çocukların konağı apartmana döndürme ısrarlarına rağmen aileyi bir arada tutmaya çalışan Nigan hanım sayesinde... ''Bir evde hep birlikte oturulup, hep birlikte yaşanır, herkes birbiriyle ilgilenir... Benim ailem büyük evlerde oturmuştur... Üstüste kutularda değil. Herkes birbiriyle ilgilenmeli, herkes birbirini sevmeli, kimsenin hayatını ötekinden gizlememeli... Doğrusu budur!''(s.458)
Üçüncü bölümün ana teması yine, hayatın anlamı. 12 Aralık 1970'de Refik'in oğlu sol görüşlü ressam Ahmet'in kız arkadaşı İlknur ile babasının güncesini okurken ki sözlerine kulak vermeliyiz onu için hayatın anlamının ne olduğunu anlayabilelim... '' Hayatı ele geçirmenin, somut hayatı kavramanın benim için yolu. Uydurarak, hayal kurarak, çalışarak, çalışarak, çalışarak, sanat yapmalıyım bunu'' (s.593)
Kitap Nigan Hanımın vefatıyla sona eriyor, bir dönemin kapanışı.
Kitapta Cevdet Bey ve ailesinin hikayesi anlatılırken (aile romanı) Türkiye'nin sosyal hayatındaki değişimleri de roman kahramanları (Ömer, Muhittin) aracılığıyla okucuya anlatmasındaki başarı (çağ romanı) Orhan Pamuk'un ilk romanı olması açısından dikkat çekmiştir. Bu anlamda Cevdet Bey ve Oğulları hem ''aile romanı'' (Alm.Bildungsroman) adı verilen roman türünü yansıtmakta hem de ve bir ülkenin değişiminin insanlar üzerindeki etkisini de farklı karakterlerle (Refik, Ömer, Muhittin) anlatmasından dolayı ''çağ romanı'' (Alm.Zeitroman) türüne de girmektedir. Orhan Pamuk'un bazı eserlerinin değişik yazarlara ait eserlerden fazla esinlendiği için eleştirildiği gibi bu ilk romanı sonrasında da kopyacı damgası yemekten kurtulamıyor. Kitabın Thomas Mann'in 'aile romanı' türüne örnek başyapıtlarından sayılan 'Buddenbrook Ailesi' romanından etkilenerek yazıldığı söyleniyor. (Mann'in kitabını okumadığım için benim kendi yorumumu yapmam burada imkânsız ama ilk fırsatta bu kitabı okunacaklar listesine ilave ettim, okuduktan sonra yorum yapma hakkım doğabilir !)
Kitap Kapağı Hakkında
Daha evvel başka bir yazımda belirtmiştim, Kitap Kulübü üyelerinden Ayşe'den bulaşan bir hastalık bu! Kitabın kapak sayfasını incelemek, bir kitabı okumak kadar heyecan verici ve sevdiğim bir aksiyon. İtiraf edeyim bu kitabı çok uzun zaman önce okumuştum, Gülda'nın Orhan Kemal Ödüllü Kitaplarını Blog için yazalım dediğinde tamam deyip zamanında ödevimi yapmamak için dirensem de gün gelip kitabı elime aldığımda önce uzun uzun kapağını inceledim.
İçerdeki hikayeden önce bana ne anlattığını dinledim. Yan yana asılmış iki fotoğraf birinde Atatürk, diğerinde İsmet İnönü aralarında Türk bayrağı, masanın üzerinde Vita ve Sana margarin yağ kutuları, Tursil'in eskilerden bir reklamı, iki göz çevirmeli şimdi antika sayılacak sepetli radyo büfenin üzerinde bir yanında 4 minareli beyaz cami figürü diğer yanında yine beyaz Mevlana semazen derviş figürü... hemen yukarısında Cumhuriyet'in ilk yıllarından fırlamış çerçevedeki bir genç kadın ... kütüphane hemen üzerinde Enver Paşa'nın fotoğrafı. Bu kapak sayfası bana Cevdet Bey'in konağındaki aynı zamanda o zamana ait diğer tüm burjuva ailelerinin konaklarındaki köşenin hikayesini, o köşede dökülen gözyaşlarını, konuşulan memleket meseleleri sonrası iç ezikliklerini, aşıktan gelen mektubu bir çırpıda gizli gizli nasıl okunduğunu, bir küçük çocuğun dedesinin kucağında pişmekte olan kurabiyenin kokusu havada asılıyken nasıl hoplayıp zıpladığını anlattı. Sevdim mi ?
Çok ... Kitabın iç sayfasına baktım kim tasarlamış diye ... Tasarımcısı Hakkı Mısırlıoğlu yazıyor altında Kapak fikri Ahmet Işıkçı? İlgimi çekti Ahmet Işıkçı Cevdet bey'in torunu Ahmet mi yani ? ... Internette araştırdım. Meğer benim gibi merak eden çok olmuş ama net bir bilgiye ulaşamadım. Biraz daha bakınırken Masumiyet Müzesi kitabının ön kapak fotoğrafınında Ahmet Işıkçı'ya ait olduğu yazıyor. Hani Cevdet Bey ve Oğulları romanının kitap kapağına hoşluk olsun diye böyle bir hayali sanatçı yaratmak ilgi çekici olabilirdi ama Masumiyet Müzesi'nde de aynı kişiyi kullanmak ben ilgi çekici olmaz herhalde.
O zaman Ahmet ışıkçı hayali mi? Orhan Pamuk kitaplarının kapaklarını tasarlayıp ilk romanındaki kahramanına mı hediye ediyor ? Ben çok net olamadım bu konuda.
Orhan Pamuk Hakkında
Ferit Orhan Pamuk 7 Nisan 1952 yılında İstanbul'da doğdu. Cevdet Bey ve Oğulları ve Kara Kitap romanlarında anlattığına benzer kalabalık bir ailede Nişantaşı'nda büyüdü. Liseyi Robert College'de okudu. İstanbul teknik Üniversitesi'nde 3 yıl mimarlık okuduktan sonra, mimar ve ressam olmak istemediğine karar verip okulu bıraktı ve İstanbul Üniversitesi'nde gazetecilik okudu. Pamuk, yirmi üç yaşından sonra romancı olmaya karar verip ilk romanını yazmak için kendini evine kapattı. İlk romanı Cevdet bey ve Oğulları 1982'de yayımlandı.
Orhan Pamuk Hakkında
Ferit Orhan Pamuk 7 Nisan 1952 yılında İstanbul'da doğdu. Cevdet Bey ve Oğulları ve Kara Kitap romanlarında anlattığına benzer kalabalık bir ailede Nişantaşı'nda büyüdü. Liseyi Robert College'de okudu. İstanbul teknik Üniversitesi'nde 3 yıl mimarlık okuduktan sonra, mimar ve ressam olmak istemediğine karar verip okulu bıraktı ve İstanbul Üniversitesi'nde gazetecilik okudu. Pamuk, yirmi üç yaşından sonra romancı olmaya karar verip ilk romanını yazmak için kendini evine kapattı. İlk romanı Cevdet bey ve Oğulları 1982'de yayımlandı.
Aycan
5 yorum:
Aycoş'um,
Benim Orhan Pamuk kitaplaı okuyamama gibi bir sorunum var.
Şimdiye kadar sadece iki kitabını okudum.
Biri Kar, konunun geçtiği şehir itibariyle bir ara dikkatimi çekmişti. Bir diğeri ise Yeni Hayat.
Yani Hayat'ı çok net hatırlamıyorum, yıllar önce okumuştum. Kar ise çok da zevk almadan okuduğum bir romandı. Ve ondan sonra da hiç Orhan Pamuk kitabı okumadım.
Ama aktardığın kadarıyla Cevdet Bey ve Oğulları çok ilgimi çeken bir kitap gibi geldi. Okunacak listesine ekleyip, bir Pmauk kitabı daha okudum diyebilirim :)
Sevgili Aycan,
Benim de Aycosum diyesim geldi valla! Annem de Aycan ve Aycos derim hep de ondan :)
Cevdet Bey ve Ogullari, Benim Adim Kirmizi ile birlikte benim icin Pamuk'un en sevilesi en harika kitaplarindandir...Bitmesin diye diye okur insan...
Sevgili Aycan;
Ellerine sağlık öncelikle, çok zaman oldu okuyalı. Uzun süre Orhan Pamuk okumadım, direndim. Hele Kara Kitap çıktığında iyice terslendim. Bir aileyi ve arkasında dönemi anlattığı için seçimim önce bu kitap olmuştu ve bayılmıştım.
Tekrar hatırlamama vesile oldun, teşekkürler.
Sevgili Peymoş;
mutlaka okumalısın.
sevgiler
Sevgili Eliza Doolittle,
içten yorumunu okumak gülümsememe sebep oldu. Aycoş demek istersen diyebilirsin tabi, ben samimiyetinin ve içtenliğinin kokusunu aldım zira. Sevdiğim kitapları başkalarının da sevmesi beni mutlu ediyor sanki kitabı ben yazmışım gibi... Umarım başka kitaplarda yorumlarını görmeye devam ederiz.
Sevgiler,
Aycoş
bu kitabı istiyorum ama ikinci el :)
Yorum Gönder