Televizyonda Gywnetth Paltrow’un yer aldığı Spain on the Road’u seyrede seyrede “İspanya’ya gittiğimiz de biz de araba ile gezeceğiz ve yol kenarında böyle koca koca kalamarları midemize indireceğiz” diye hayaller kurduğumuz günlerden 30.09.2009 tarihine sonunda geliyoruz ve ilk durağımız olacak Barselona’ya doğru yola çıkıyoruz Gülda, Ender ve Ben.
Benim için kolay geçen bir uçak yolculuğundan sonra –ki zaman zaman ve ruh halime bağlı olarak korkarım- Barselona’ya varıyor, hemen araba kiralıyor ve kiraladığımız evi teslim almak için Barselona sokaklarına dalıyoruz. Biz geçen seferki Arjantin seyahatimizden bu yana ev kiralıyoruz –çok memnun kalmıştık- ve adeta oralılar gibi yaşadığımız hissi verdiği için seviyoruz. Tabii bir de hesaplı oluyor.
Barselona çok hoş bir şehir, evimiz ise harika görünüyor. Ancak evde çamaşır makinesi olmaması canımızı sıkıyor; demek ki Gülda ile doyasıya çamaşır yıkayıp ütü yapamayacağız demek oluyor bu. Sonradan apartmanın altında ortak bir alan olduğu kanaatine varıyoruz ancak hiçbirimiz –zaten Ender’den böyle bir beklentimiz yok ama- bunu teyit etmiyoruz , ayrıca soramıyoruz da çünkü resepsiyondakiler İngilizce bilmiyor. Aslında İspanyollar’ın -pardon Katalan mı demeliydim- hiçbiri nin neredeyse İngilizce bilmediğini ve kimsenin leb demeden leblebiyi anlamadığını bir iki gün sonra keşfediyorum. Bu çamaşır makinesizlik durumu en son Gülda’nın çarşafa kurulanması ile sonuçlanıyor.
Biraz dinlendikten sonra aylar öncesinde rezervasyonu yapılmış olan 3 Michelin Yıldızlı olan Carme Ruscalleda yönetimindeki Restaurant Sant Pau adındaki lokantaya varmak için Girona yakınlarındaki Sant Pol de Mar’a doğru yola koyuluyoruz.
Nedir Bu Michelin Yıldızlı Lokanta Meselesi?
Ünlü Fransız otomobil lastiği firması Michelin tarafından her yıl yayınlanan ülke ve şehir rehberlerinde az sayıda sıradışı lokantaya verilen yıldızlar. Bunlar şeflik ve lokantacılık dünyasının en itibarlı ödülleri sayılıyor. Üç yıldız almak demek kısaca “sen bu işin kralısın” demekle eşdeğermiş.
Söz konusu rütbe 1900 yılında asıl mesleği lastik üretmek olan Andre Michelin tarafından başlatılan bir uygulama. Bu uygulama kapsamında dünyanın en iddialı restoranları teker teker geziliyor ve 18 ayda bir yapılan bir değerlendirmeyle hak edenlere 3 Michelin yıldızı veriliyor.
Yıldızı elinden alınacağı korkusuyla intihar eden şefler bile olmuş . Bir de bu yıldızı aldılar diye ömür boyu sürmüyor bu iş. Kimliğini belli etmeden gelen yemek müfettişleri düşürüveriyorlar yıldız sayısını aniden.
İspanya’daki üç yıldızlı lokantalar ise şöyle: El Bulli (Rosa), El Racode Can Fabes (San Celoni-Barselona), Akelare (San Sebastian), Arzak (San Sebastian), Martin Berasategui (San Sebastian), Carme Ruscalleda's Sant Pau (Sant Pol de Mar)
Bir yıldız kategorisinde çok iyi bir restoran, iki yıldız; tekrar ziyaret etmeye değer mükemmel mutfak; üç yıldız özel bir seyahate değecek kadar olağanüstü bir mutfak anlamındaymış.
Gülda epey El Bulli için uğraştı ama maalesef olmadı. Bu lokanta ile ilgili Selahattin Duman‘ın yazılarını okumanızı öneririm.
Michelin Yıldızlı Lokantalar ve Ben
Ben öyle gurme filan değilim, yeni tadlara açık olmadığım gibi “Yenilebilir tüm maddelerin, hijyenik olan ama sağlığa uygun olması gerekmeyen şekilde azami damak ve göz zevkini amaçlayarak sofraya, yenmeye hazır hale getirilmesine kadar olan süreç” de hiç ilgimi çekmez doğrusu. Bir de böyle yeni şeyler tadacaksam önce koklama ve delice bakarak inceleme gibi de bir huyum vardır ! Ancak Ender ve Gülda’nın tepkisini çekmemek için bu huyumdan bu sefer vazgeçmeye karar veriyorum. Ama buraların kadını değilim; gelsin zeytinyağlı dolma, pilav üstü kuru- komposto, gitsin kısır kadınıyım ve çok muhafazakarım üstelik.
Rezervasyon saatimiz olan saat 21.00’de lokantanın önündeyiz ve içeri giriyoruz; hoş bir mekan ayrıca yaz aylarında kullanıldığını tahmin ettiğimiz ağaçlarla dolu bir de bahçesi var. Ancak restaurant’ta hiç müzik çalmaması bizi Gülda ile biraz rahatsız ediyor ve hiç olmazsa rahatsızlık vermeyen enstrümantal nitelikte hafifçe bir müzik çalınması gerekliliği konusunda hemfikir oluyoruz.
Garsonlar biz bayanların yanına dikdörtgen bir sehpa getiriyor, çantalarımızı koymak için. Benim hoşuma gidiyor, böylelikle sandalye arkasına koyarak rahatsızlık duymaktan ve masaya çengele asarak ise ha bire dizlerime çarpmasından kurtuluyorum.
Ardından içeceklerimiz soruluyor ve menü geliyor: Biz Autumn Tasting Menu’yü seçiyoruz Micro Menu olarak.
Ancak başlangıçta -aşağıda da resimlerle tasvir edilmiş olan- Eylül mikro menüsünden tadımlık küçük aperatifler geliyor öncelikle.
Ve tüm bu resimde yazılı olarak görülebilen tadımlıkmış izlenimi veren yiyecekler geliyor sırasıyla ve bir an önce bitmesini diliyoruz çünkü küçük ama fazlasıyla doyurucular. Ender en son kısımlara yakın bir noktada “domuz burnu” içeren bölümde -o ana kadar her şeyi coşku ile karşılıyor ve beni pişirdiğim kabak dolması, semizotu gibi yemeklerden dolayı kinayeli sözler söylüyordu - biraz fazla geldiğini itiraf ediyor.
Benim favorim squid -09 adlı mürekkepli makarna ile doldurulmuş kalamar oluyor ve hem Gülda hem de Ender tarafından sıradanlıkla suçlanıyorum!
Peynir tabağı geleceğini ve ekmeğin arasına koyarım diye hevesle beklediğim tabakta birbirleri ile tezat tadlar barındıran peynir ve tadımlıkların olduğunu görüyorum ve özellikle kavuniçi renkteki sabun görünümlü peynir iyice beni hayal kırıklığına uğratıyor. Tatlılar da beni tatmin etmiyor ve bu tarz füzyon mutfaklarda tatlıların hiçbir zaman başarılı olmadığını masadaki arkadaşlara ifade ediyorum. Ancak bir çubuğa takılı frambuaz tadındaki buz şeker hoşuma gidiyor.
Son kanaat; güzeldi; değişik bir tecrübeydi, şarap çok güzeldi ....Yeni tatlara açık olanlar için mutlaka hayatta bir kez denenmeli diyorum.
Midelerimiz bin bir çeşit, bitki, et ve baharat dolu olarak dönüş yoluna koyuluyoruz.. Ben arabaya bindikten sonrasını hatırlamıyorum...Uyumuşum...
Yeni bir Barselona gününe uyanmak için dingin olmalıyım çünkü... Zavallı Gülda’ya ise o kadar yemek ve şaraptan sonra Ender‘i bizi sağ salim evimize ulaştırması için ayık tutmak görevi kalıyor.
Devamı Gelecek.....
Sevgiler
Billur
3 yorum:
Bu yazılarınızı okumak epey keyifli olacak şimdiden merak ettim neler yaptınız!..
Bide Türkiye'de hiç Michelin Yıldızlı lokanta var mı? Yoksa neden yok? Hımmmmmm.....
Sevgili Ayşe;
Michelin Yıldızlı lokantalar konusu Gülda'nın alanı ona sor ama yok bildiğim kadarı ile. Yoksa çoktan gitmiş olurduk:))
Bu arada ben bir konuya açıklık getirmek istiyorum. Yazımda 30.09.2009'da gittik, diyor ama resimlerin altındaki tarih 29.09.2009 olarak gözüküyor. Bir zaman sıçraması olmadı, Lost durumu söz konusu değil.
Gülda'nın deyimiyle bizim aslında Ender'in sepet makinesinden kaynaklanıyor!
Sevgiler
Billur
İstanbul’da Michelin yıldızlı lokanta ne yazık ki yok. Ama bazı gruplar dünyaca ünlü usta şefleri buraya getirmek için özel çaba sarf ediyor. Hatta epey ünlü şefler de İstanbul’da menü oluşturuyorlar artık. Bekleyiniz size yakında Michelin yıldızlı restoranlar dosyamı açacağım.
elBulli’de rezervasyonlar altı ay önceden tamamlanıyor ancak iptaller olduğu için gitmek konusunda ısrarlı iseniz, bir hafta öncesinde tekrar sormanız gerekiyor. Sorabilirdim ve belki de gidebilirdik ama zaten son iki ay boyunca Sant Pau’da yemek yiyebilmek için defalarca yazışmış ve sonunda yer ayırtmayı başarmıştım. Hem o hem de elBulli, aynı tatilde midemiz ve bütçemiz için uygun değildi. Ayrıca İspanya’da elBulli’nin şefi Ferran Adrian’ın başka yerlerinde de sırasız bekleme listesi olmaksızın yemek yeme şansımız olacaktı.
Restorana girmeden önce Billur, gayet sakil bir barda biz içki içerken, aç kalırım endişesi ile iki kutu Pringles yedi. Yazmamış, hatırlatayım istedim.
Billur bahsetmemiş ama Sant Pau’da bir de bir ekmek servisi vardı. Yaşamanız gerekirdi. Bir garson geldi ve bize uzun uzun ekmeği anlattı, heyecanla bekledik ve sonuçta ekmek geldi.
Yemek bitene yakın restoranın Dünyaca ünlü şefi Carme Ruscalleda bizzat masaları dolaşıp bizlerle tanıştı. Çok keyif verici idi.
Geri dönüş yolu ise 1 saatten fazla sürdü ve yol çok güzeldi.
Yorum Gönder