Geçen Çarşamba
günü Caz Festivali’nde ikinci akşamımızı Avusturya Konsolosluğu Yazlık Sefareti’nde
[görüldüğü üzere sefaretten sefarete uzun ince bir yoldayım sürekli] idrak
ettik. Konser öncesindeki kokteyle katılmayıp , yemek faslını istediğimiz biçim
ve süratte halletmemize rağmen arabamızı ancak yarım saatte park etmeyi
başardık ve mekanın içine girebildik. Bu Sefaret binasının da , arkadaki
taraçalı gizli bahçesinin de can sıkıcı olduğunu belirtmeme gerek yok sanırım.
İnsan sadece bahçesine bakarak ömrünü geçirebilir, arada ön cephedeki pencereden denize bir bakış atar
ve mavi ile yeşili kısa sürede birleştirebilirsiniz. Ben şahsım adına geri
kalan ömrümü orada geçirmeyi çok isterim, hem de canım sıkılı sıkıla.
Binanın içine gelince arka taraftaki giriş kısmında bir sergi vardı ve o bölüme girilebiliyordu ancak pek bir şey anlaşılamıyordu. Yine birlikte olduğum arkadaşımız R. güvenlik görevlisine “yukarı çıkabiliyor muyuz?” sorusuna “hayır” cevabı alınca “ya mimarız da çok merak ediyoruz…” gibisinden birşeyler mırıldandı, görevli kısa tereddüt anından sonra “tamam ama hemen dönün “dedi. Merdiven tırabzanlarının, demir işlemelerinin üzerinde elimle hızlıca geçtikten sonra, camlı kapıların ardından içeriye baktık. Burada yorumlarımı yaz(a)mıyorum zira beğenimi ifade edecek teknik mimari sözcüklerden oluşmuyor. Sadece şunu söyleyebilirim tavandaki avizeden, sütunlu mermerlerinden büyülendim. Merdivenlerden aşağıya elbisemin eteklerine takılmamak için ağır ağır, elimdeki ipek mendille gözyaşlarımı silerek, bahçede küçük bir gezinti yapmak için kapılara yöneldim…
Binanın içine gelince arka taraftaki giriş kısmında bir sergi vardı ve o bölüme girilebiliyordu ancak pek bir şey anlaşılamıyordu. Yine birlikte olduğum arkadaşımız R. güvenlik görevlisine “yukarı çıkabiliyor muyuz?” sorusuna “hayır” cevabı alınca “ya mimarız da çok merak ediyoruz…” gibisinden birşeyler mırıldandı, görevli kısa tereddüt anından sonra “tamam ama hemen dönün “dedi. Merdiven tırabzanlarının, demir işlemelerinin üzerinde elimle hızlıca geçtikten sonra, camlı kapıların ardından içeriye baktık. Burada yorumlarımı yaz(a)mıyorum zira beğenimi ifade edecek teknik mimari sözcüklerden oluşmuyor. Sadece şunu söyleyebilirim tavandaki avizeden, sütunlu mermerlerinden büyülendim. Merdivenlerden aşağıya elbisemin eteklerine takılmamak için ağır ağır, elimdeki ipek mendille gözyaşlarımı silerek, bahçede küçük bir gezinti yapmak için kapılara yöneldim…
Bahçeye
çıktığımda 128 yıllık bir sıçrayışla dört kişilik bir caz bandının karşısında
kendimi buluverdim. Anthony Strong piyanonun başında enerjik, coşkulu bir
biçimde çalmaya başlamış, kimisi yerlerde çimlerin üzerinde oturan, kimisi ayaktaki
insanlar dikkatlerini sahneye vermişti. Sahnedeki ve özellikle de piyanodaki hâkimiyetine
hayran olduğumu, özellikle Cole Porter’ın "Too Darn Hot" adlı parçası başta olmak
üzere "Cheek to Cheek" adlı parçayı yorumlayışındaki farklılığını çok sevdiğimi
söylemeliyim. Konser esnasında aklım bir an muhteşem bir konser veren Jamie
Cullum’a gitse de, aslında farklı oldukları gerçeğini gözardı etmemek gerektiği
için, hemen aklımdan sildim bu düşünceyi.
Konser
sırasında seyirciyle de temas kuran ve laf atan Strong, bir ara “Twitter’ı olan
var mı? diye sorunca, -zaten elinden cep telefonu, i-phone vs gibi aygıtlarını
elinden hiç bırakmamış olan” dinleyici kitlesi, olumlu yanıt verdi. Bunun
üzerine Strong “Buradan harika görünüyorsunuz, şimdi fotoğrafınızı çekip,
twitter’a koyacağım” deyince, herkes durdu, poz verdi. Nisan ayında çıkardığı Stepping Out
albümünden parçalar çalan Strong, When I Fall in Love ve Kurt Weill’dan "My Ship"
adlı klasiklere de yer verdi.
Frank
Sinatra sahnede bir parçaya başladığında seyircilerin daha başında alkışa
tuttuğunu, bu usulü kendisi şarkının sözlerine girdiğinde bizim yapmamızı
istedi. Parçanın giriş bölümünden sonra söylemeye başladığı anda hep birlikte
ıslık, alkış büyük bir coşku gösterdik. Bunun üzerine Strong “ “lütfen durdurun
şunu, beni utandırıyorsunuz!” dedi ve gülüşmeler arasında çalmaya devam etti. Seyircinin
bisinden sonra hemen sahne alan Strong, neşeli ve sempatik tavırları ile
söylediği son parça ile konsere noktayı koydu.
Festivalde
yeni bir isim keşfetmenin verdiği güzel duygularla konserden çıktık, albümünü
almak istedim mi, evet ama o kadar yoğunluk vardı ki –imzalayacaktı çünkü-R.
ile başka yollardan edinmeye karar verdik.
Anthony
Strong ile bazı isimlerin yaptığı yorumları aşağıda yazıyorum, ki piyanistliği
konusunda ve farklı yorum getirebilmesi noktasında hepsine katılıyorum.
Great singer, great pianist!” (Jamie Cullum)
“Fucking amazing!” (Rod Stewart)
“British
Jazz may have found its mainstream rendezvous” (The British Jazz Blog)
“New and
notable” (Amazon.co.uk)
“A new,
genuine, male jazz singer” (Jazz House, BBC Radio 3)
“Real great music” (BB King)
Konserde Azarladığım Kişiler (bana takılan arkadaşlarımın ifadesi
ile leş sayım)
Konser adabından habersiz,
sürekli bir kokteyl havasında dolanan, konuşan, dinleyen, etrafına rahatsızlık
verdiğini farketmeyen, farketse de aldırmayan kişilerin konsere gelmemesi için
ne yapabilirim, bilmiyorum. Her konser öncesi, “acaba bu konserde ne olacak”
gerginliği ile konsere gider oldum. Bu konserde de arkamızda
önce bir çift vardı. Müzik seslerini bastıdığı için onlar da müziğin engelini
kaldırmak için bağırarak konuşuyorlardı.Ters ters bakışlara aldırmayınca R. “sen
mi ben mi?” diye sordu. Cevap vermeden, arkamdaki kızın bileğini tutup, “lütfen,
sizi dinlemekten konseri dinleyemiyorum!” dedim. Önümü döndüğümde , konuşmanın
devam etmesi üzerine arkadaşım N. ile bakıştık ve aynı anda döndük. Neyse ki o
çift değildi. Bu sefer başka iki kız gülüşüyorlardı. Suratıma değişik ifadeler
vererek ters ters baktım, sus işareti yaptım olmadı. Yine elini tutarak,
uyardım. Sağ tarafımda yerdeki grup neyse ki ikinci sus işaretimde duruldu.
Dibimde iphone’nu ile ilgilenen beyefendi ise yine daha az zarar veriyordu zira
konserde ışıklar çok fazla kapalı değildi.
Ben anlayamıyorum bu
durumu, gerçekten. Anlayan biri var ise. Bana anlatsın.
Sevgiler
Billur
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder