Gri, esintili bir gün…
İnişli çıkışlıdır ruh halim böyle günlerde. Dalından kopup toprağa düşmeye mahkum, sararmış sonbahar yaprakları gibi kırılgan hissederim kendimi. Gözyaşlarım bile gökyüzünde savrulan yağmur damlacıklarına eşlik etmeye her an hazır durumda beklerler.
Attila İlhan’ın mısraları gelir hep aklıma böyle havalarda;
Nasıl iş bu
Her yanına çiçek yağmış
Erik ağacının.
Işık içinde yüzüyor,
Neresinden baksan
Gözlerin kamaşır
Oysa ben akşam olmuşum
Yapraklarım dökülüyor
Usul usul.
Adım sonbahar.
Hep bir derin çukurdan çıkmaya çalışır gibi çabalar dururum bu havalarda. Şu anda olduğu gibi; beni rahatlatsın diye o dingin ışığıyla küçük cam mumluğun içindeki tarçınlı mumu yaktım, ritmiyle bana coşku katsın diye Zaz dinliyorum bir yandan.
Yansımalar’ı yazmak da böyle bir havaya kısmet oldu işte.
Bugünkü zig zaglarımın aksine, anlatacağım sunum gecesi son derece eğlenceliydi.
Öncelikle okuduğumuz kitap pek çoğumuz için ilk kitaplarımızdan biri olma özelliğine sahipti. Beraberinde çocukluk anılarımızı da getirmişti. Ben defalarca satır aralarında, kendi hatıralarıma döndüğümü itiraf ediyorum. Şu anda Emre’nin kütüphanesinde yer alan ciltli, renkli kuşe kağıtlı kapağı ile Altın Kitaplar’dan çıkan, ama artık sararmış sayfaların arasına yolculuk yaptım sık sık.
Mekânımız Nişantaşı Atiye Sokak’taki Quick China… Çok şükür Atiye Sokak, henüz sokaktaki masaları toplama eyleminden nasibini almadı. Dileyelim ki almasın da.
Biz, malum grup sayımız ve sunum yapacağımız için içerde oturduk. “Bu havada içerde kapanıp kaldınız yani” dediğinizi duyar gibiyim, ama klimalar gayet iyi çalışıyordu. Hatta biraz şımarıklık yapıp arada sırada kıstırdık veya tümden kapattırdık.
Ayşe yine yaratıcılık sınırlarını aşmış, bize farklı güzellikler hazırlamıştı.
Dikdörtgen büyük bir masanın etrafında konuşlandık. Hepimizin sandalyesinde renkli birer balon asılıydı. Önümüzde şık, şeffaf bir kurdele ile bağlanmış eski bir gazete sayfasının kopyası ile spiralli masa takvimi şeklinde hazırlanmış kitap sunumu duruyordu.
Masanın başında duran Ayşe ise pembe-fuşya tonlarının ağır bastığı Hintli bir mihrace kılığında tamamen gözlerimize hitap ediyordu.
Anlayacağınız sunumu Ayşe değil, Prenses Aouda yapacaktı.
Aç karnına düşünülemeyeceği, sağlıklı karar verilemeyeceği, konuşurken kelimelere odaklanılamayacağı için önce yemeğimizi yedik. Tatlı, meyve, çay, kahve aşaması bizim için sunum aşaması oluyor.
Sunuma geçmeden Prenses Aouda kısa bir süre ortadan kayboldu. Bay Fogg’un yokluğuna dayanamadığını, bir köşede onun için gözyaşları akıttığını düşünürken, göz alıcı yeşil kostümü ile yeniden aramıza katıldı. Tabii ki bir prensesin saatlerce, açık mutfağı olan Quick China’nın salonunda aynı kostümle konuklarının karşısında oturması beklenemezdi.
Sunum föylerimizi açtık ve Prenses Aouda’nın anlattıklarını takip ettik. Yine bizi derinlere götüren incelikli bir çalışma örneğiydi dinlediklerimiz.
Bu sefer ki ev ödevimiz kolaydı, zevkliydi. Aslında etkinliklerde interaktivitenin önemi büyük. Sizi olayın tamamen içine çekip, düşünme, hissetme, görme duyularınızı geliştirip, yaşadığınız tecrübeyi daha da eğlenceli bir şekle sokuyor.
Hepimiz A4 ebadında dört adet baskı hazırladık. Bunun bir tarafında, bizim için kitabın başlıca dört karakterini - Phileas Fogg, Passpartout, Prenses Aouda, Dedektif Fix - canlandırmaya en uygun dört yerli, diğer tarafında da dört yabancı oyuncunun fotoğrafı yer alacaktı. Hepimiz sırasıyla seçtiğimiz oyuncuları açıkladık.
Prenses Aouda çok da eğlenceli bir kişilik. Kendisi kedi dünyasından favorilerini belirlemiş ve bize onları sundu.
Bazılarımızın sandalyesine bağlı balonlar sıcağa yenik düşmeye başlamış, boyunlarını bükmüşlerdi ki, orada bağlı olmalarının nedenini de öğrendik.
Prenses Aouda dünyanın dört bir yanından, bulundukları ülkelere, şehirlere anlam katan heykeller, sokaklar, anıtlar, vs seçmiş, bunları büyük kuşe kağıtlara renkli bastırmış. Hepimize nerede bulunduklarını sormaya başladı. Bilemeyenlerin balonları, ucu renkli topuzlu, topuza bağlanmış ipe boncuklar geçirilmiş, en ucuna da küçük renkli bir süs takılmış toplu iğnelerle patlatıldı. O süslü toplu iğneler de bizim oldu. Ben bütün gece balonların içinden küçük bir nesnenin çıkacağını düşünmüştüm oysa ki :)
Arkamızdaki küçük masada da atlas formatlı bir yap-boz vardı. Gecenin sonunda minik yavrularımıza geceden armağan olarak gitti.
Phileas Fogg ve arkadaşları 80 günde devr-i alem yaptı, biz bütün gece konuştuk. İyi ki Jules Verne bu kitabı yazmış.
Yansımaları yazıp, o geceye dönmek ise benim gri günümü renklendirdi.
Peyman
İnişli çıkışlıdır ruh halim böyle günlerde. Dalından kopup toprağa düşmeye mahkum, sararmış sonbahar yaprakları gibi kırılgan hissederim kendimi. Gözyaşlarım bile gökyüzünde savrulan yağmur damlacıklarına eşlik etmeye her an hazır durumda beklerler.
Attila İlhan’ın mısraları gelir hep aklıma böyle havalarda;
Nasıl iş bu
Her yanına çiçek yağmış
Erik ağacının.
Işık içinde yüzüyor,
Neresinden baksan
Gözlerin kamaşır
Oysa ben akşam olmuşum
Yapraklarım dökülüyor
Usul usul.
Adım sonbahar.
Hep bir derin çukurdan çıkmaya çalışır gibi çabalar dururum bu havalarda. Şu anda olduğu gibi; beni rahatlatsın diye o dingin ışığıyla küçük cam mumluğun içindeki tarçınlı mumu yaktım, ritmiyle bana coşku katsın diye Zaz dinliyorum bir yandan.
Yansımalar’ı yazmak da böyle bir havaya kısmet oldu işte.
Bugünkü zig zaglarımın aksine, anlatacağım sunum gecesi son derece eğlenceliydi.
Öncelikle okuduğumuz kitap pek çoğumuz için ilk kitaplarımızdan biri olma özelliğine sahipti. Beraberinde çocukluk anılarımızı da getirmişti. Ben defalarca satır aralarında, kendi hatıralarıma döndüğümü itiraf ediyorum. Şu anda Emre’nin kütüphanesinde yer alan ciltli, renkli kuşe kağıtlı kapağı ile Altın Kitaplar’dan çıkan, ama artık sararmış sayfaların arasına yolculuk yaptım sık sık.
Mekânımız Nişantaşı Atiye Sokak’taki Quick China… Çok şükür Atiye Sokak, henüz sokaktaki masaları toplama eyleminden nasibini almadı. Dileyelim ki almasın da.
Biz, malum grup sayımız ve sunum yapacağımız için içerde oturduk. “Bu havada içerde kapanıp kaldınız yani” dediğinizi duyar gibiyim, ama klimalar gayet iyi çalışıyordu. Hatta biraz şımarıklık yapıp arada sırada kıstırdık veya tümden kapattırdık.
Ayşe yine yaratıcılık sınırlarını aşmış, bize farklı güzellikler hazırlamıştı.
Dikdörtgen büyük bir masanın etrafında konuşlandık. Hepimizin sandalyesinde renkli birer balon asılıydı. Önümüzde şık, şeffaf bir kurdele ile bağlanmış eski bir gazete sayfasının kopyası ile spiralli masa takvimi şeklinde hazırlanmış kitap sunumu duruyordu.
Masanın başında duran Ayşe ise pembe-fuşya tonlarının ağır bastığı Hintli bir mihrace kılığında tamamen gözlerimize hitap ediyordu.
Anlayacağınız sunumu Ayşe değil, Prenses Aouda yapacaktı.
Aç karnına düşünülemeyeceği, sağlıklı karar verilemeyeceği, konuşurken kelimelere odaklanılamayacağı için önce yemeğimizi yedik. Tatlı, meyve, çay, kahve aşaması bizim için sunum aşaması oluyor.
Sunuma geçmeden Prenses Aouda kısa bir süre ortadan kayboldu. Bay Fogg’un yokluğuna dayanamadığını, bir köşede onun için gözyaşları akıttığını düşünürken, göz alıcı yeşil kostümü ile yeniden aramıza katıldı. Tabii ki bir prensesin saatlerce, açık mutfağı olan Quick China’nın salonunda aynı kostümle konuklarının karşısında oturması beklenemezdi.
Sunum föylerimizi açtık ve Prenses Aouda’nın anlattıklarını takip ettik. Yine bizi derinlere götüren incelikli bir çalışma örneğiydi dinlediklerimiz.
Bu sefer ki ev ödevimiz kolaydı, zevkliydi. Aslında etkinliklerde interaktivitenin önemi büyük. Sizi olayın tamamen içine çekip, düşünme, hissetme, görme duyularınızı geliştirip, yaşadığınız tecrübeyi daha da eğlenceli bir şekle sokuyor.
Hepimiz A4 ebadında dört adet baskı hazırladık. Bunun bir tarafında, bizim için kitabın başlıca dört karakterini - Phileas Fogg, Passpartout, Prenses Aouda, Dedektif Fix - canlandırmaya en uygun dört yerli, diğer tarafında da dört yabancı oyuncunun fotoğrafı yer alacaktı. Hepimiz sırasıyla seçtiğimiz oyuncuları açıkladık.
Prenses Aouda çok da eğlenceli bir kişilik. Kendisi kedi dünyasından favorilerini belirlemiş ve bize onları sundu.
Bazılarımızın sandalyesine bağlı balonlar sıcağa yenik düşmeye başlamış, boyunlarını bükmüşlerdi ki, orada bağlı olmalarının nedenini de öğrendik.
Prenses Aouda dünyanın dört bir yanından, bulundukları ülkelere, şehirlere anlam katan heykeller, sokaklar, anıtlar, vs seçmiş, bunları büyük kuşe kağıtlara renkli bastırmış. Hepimize nerede bulunduklarını sormaya başladı. Bilemeyenlerin balonları, ucu renkli topuzlu, topuza bağlanmış ipe boncuklar geçirilmiş, en ucuna da küçük renkli bir süs takılmış toplu iğnelerle patlatıldı. O süslü toplu iğneler de bizim oldu. Ben bütün gece balonların içinden küçük bir nesnenin çıkacağını düşünmüştüm oysa ki :)
Arkamızdaki küçük masada da atlas formatlı bir yap-boz vardı. Gecenin sonunda minik yavrularımıza geceden armağan olarak gitti.
Phileas Fogg ve arkadaşları 80 günde devr-i alem yaptı, biz bütün gece konuştuk. İyi ki Jules Verne bu kitabı yazmış.
Yansımaları yazıp, o geceye dönmek ise benim gri günümü renklendirdi.
Peyman
Senin Yansımlarından çok keyif alıyorum ve günümüzü tekrar yaşıyorum.
YanıtlaSilHer sunumu 4 gözle bekliyorum sevgili Berna bu sefer bizi farklı bir dünya'ya götürecek. Hadi bakalım gelecek aya görüşmek üzre!...
Ne güzel bir şey yapıyorsun biliyorsun değil mi Peymo ,biz hayattan çalıyoruz ya bu akşamlarda ,işte bu gönüllü suçun:) kanıtı bu yansımalar.Zaman geçse de yansımalar var oldukça o geceler hep çok canlı kalmaya devam edecek,sayende...,
YanıtlaSilSevgi ve dostlukla,
Aysun