1 Eylül 2013 Pazar

DELİ AŞK - Peride Celal




Aşk, sevmek değil, büyük bir tutku ile bağlanmaktır.

Bir bakışı, bir gülüşü özlemek, ayaklarının yerden kesilmesi, hataların, eksiklerin görülmemesi, ya da görülse de görmezden gelinmesi aşkın belirtisidir. Sevginin değil.

Bir insanla paylaşılanlar özleniyorsa, onun sesini duymak, yüzünü görmek hayatına bambaşka bir renk katıyorsa, film izlerken duygulandığın sahnede şefkatle elini tutuyor, mutfakta yemek yaparken beline sarılıp yorgunluğunu hafifletiyor, yaptığın yemeklerin lezzetini her daim övüyor ve bu övgüler ne kadar yorgun olsan da onun için yemek yapmaya seni teşvik ediyorsa ve aynı zamanda aynı şeyi düşündüğünüzü fark ediyorsan, ona kıyamıyorsan, onu kırmaktan kaçınıyorsan, sevgi seninle demektir. Aslında sevgiyi kalıplara sığdırmak doğru olmaz. Sevgi varsa, sözlere gerek duyulmaz, hissedilir.

Elif, sahte bir başarının arkasına sığınmış gazeteci kocası Cem’e deli bir aşkla bağlıdır. Kocasına duyduğu tutku, cinselliğin ötesine geçemez. Ondan uzakta yaşayıp, zaman zaman onun yanına koşar. Birkaç günlük beraberlikten sonra kocasından, yalanlarından ve kocasının yalan dünyasından kaçıp sığındığı Paris’e döner.

Kitap iki bölümden oluşuyor. Birinci bölümde olaylar Cem’in penceresinden, ikincisinde ise Elif’in penceresinden aktarılıyor.

Birinci bölümde tıpkı Cem’in soğuk, içten pazarlıklı, dürüstlükten uzak karakteriyle bütünleşen yalanlar üzerine kurulu bir hayatın izlerini takip ediyoruz.

Peride Celal’in 2002’de yayımlanmış romanı, hâlâ güncelliğini muhafaza ediyor.
 
 
İktidarın medya üzerindeki yıkıcı gücü, kapitalizmin kemirgen çenesi, riyakârlık ve sahte ilişkilerin anlatıldığı birinci bölümü okurken, bugün köşelerinden olmuş pek çok gazeteci geçti aklımdan.

İkinci bölümde Elif’in babası ile iç hesaplaşması, İstanbul’un ve kocasının yalan dünyasından kaçıp sığındığı Paris’teki yaşamı anlatılıyor. Gelgitlerle geçirdiği günlerinin tek sığınağı Kristof’tur. Kristof, Budizmin izinde daha temiz bir dünyanın arayışındadır ve Elif’i sevmektedir.

Peride Celal’in, parke taşlarla bezeli dar sokaklarda, pencerelerinde kırmızı çiçeklerin açtığı iki üç katlı binalarıyla, Montmartre’a hayat veren sokak ressamlarıyla, Seine üzerinde aheste gezinen Bateaux Mouches’larıyla, bazen ılık, bazen serin akşamlarıyla, yemyeşil parklarında açan rengârenk çiçekleriyle Cezanne veya Monet tablosundan fışkırmışçasına tasvir ettiği Paris’te geçen ikinci bölüm, Elif’in ruhsal çalkantılarına rağmen çok daha okunulası olmuş.

Peride Celal, Atatürk’e ve onun bizlere bıraktığı değerlere hayranlığını okurlarından gizlemiyor.

İlk bölümde verilen bir detay, ikinci bölümü, özellikle de kitabın sonunu zayıf kılmış. Kitabın sonunu okurken, katilin kim olduğunu filmin en başında açıklayan polisiye tadını aldım.

Okumak için kitabı elime aldığımda sanki daha önce okumuştum da, ama hakkında hiçbir şey hatırlamıyormuşum gibi bir duyguya kapıldım. Sonra bu duygunun sebebinin bir ara okumaya başlamam, ama devam edememem olduğuna kanaat getirdim. Zamansız bir ilk okumanın ardından bu ikinci okumada elimden bırakmak istemedim. Ama kapağında beni ikna etmeyen bir şeyler vardı. Sonra bir anda neden bu kitabın bilindik bir çehresi olduğunu fark ettim. Kapak resmi, Zülfü Livaneli’nin Kardeşimin Hikâyesi adlı kitabıyla aynıydı. Deli Aşk’a karşı değil, ama Kardeşimin Hikâyesi’ne karşı bir tavır aldım inceden inceye. Bir kitabın kapağı da içeriği kadar özgün ve özel olmalı.
 
 

Peyman

İlginizi Çekebilir

Related Posts with Thumbnails