27 Ocak 2012 Cuma

ZAMAN GEZGİNLERİ KERİM İLE SİBEL - HASAN SARAÇ


"Let There Be Light"


Hasan Saraç ile twitter sayesinde tanıştım. Orada yüz kırk karakter ile oldukça etkileyici bir dil yarattığını ve hiçbir kelimesini boşa harcamadığını düşünüyorum. Bu sayede, çok güzel hazırlanmış web sitesini, Edebiyat Haber’de de yer alan Yazar Portreleri sayfasını sıklıkla ziyaret ettiğimi söylemeliyim. Bilhassa, Kurt Vonnegut dosyası benim için çok değerli. Nabokov’u da sabırsızlıkla bekliyorum! Ayrıca twitter’a baktığımda “Ben derin düşünen kocaman adamlardan biri olmak istemiyorum. Tanrının-doğanın bana bahşettiği bu hayatı kimseye dalaşmadan yaşamak isterim.” diyen, dünyayla ciddi derdi olan, cesur, entelektüel bu beyefendinin nasihatlerinden ders almaya çalışıyorum. Dolayısıyla yeni romanı Zaman Gezginleri –Kerim ile Sibel’i merak ediyordum.


Zaman Gezginleri’nin kapağını evirip çevirirken, fantastik bir roman olacağını biliyordum ancak hem Aldous Huxley'e, Asimov’a dönüp, hem de İstanbul ve New York’un günümüz zamanına yerleşebileceğini tahmin edememiştim. Başka zaman birimi, başka yerler, başka dünyalar, kurguyu epey kolaylaştırabilirken, içinden Ortaköy Radisson Otel, Babylon, Blue Note’nun bugünü geçen hikayenin çok güçlü bir çatısı olduğunu kısa bir süre sonra farkettim.

“Tabiat, matematik dilinde yazılmıştır.” diyen Galileo’ya öykünüp; romanın, bilhassa Fantastik Roman’ın da matematiğinin çok sağlam olması gerektiğini düşünürüm. Çünkü bir okur olarak, birçok bilinmezle karşı karşıyaysam, önce geri dururum. Serüven boyunca, yapboz’un parçalarının doğru şekilde yerine oturmasını isterim. Zaman Gezginleri’nde sayfaları çevirdikçe birçok soru işaretiyle karşılaştım. Ve her seferinde; denklemlerinin sağlamasını çoktan yapıp, önüme koyan bir yazarla karşılaştım. Hatta okurunun yeterince akıllı olamayacağı endişesine kapılıp, biraz fazlaca açıklama yaptığı bölümler –ama hiçbir şekilde didaktik değildi.- olduğunu da belirtmeliyim. Ancak “Peki, nasıl, neden?" diye kendime sorduğumda cevabını -yepyeni, merakımı iyice arttıran sorularla- hem de birkaç sayfa sonunda bulmak, çok rahatlatıcı idi. Hasan Saraç, öncelikle çok zeki bir yazar, epey kitap okumuş olduğu da tartışma götürmez. Kimseyle dalaşmasa bile, gidişata kafa tutan biri. Tüm bu özellikleri romanın her satırına, hoş bir gülümseme eşliğinde yerleşmiş. Sayfalar arasından duyulan caz standartları, mekân ve kişi tasvirleri, yemekler tüm duyulara hitap eder yeterlilikte. Bu zamana ait olmayan dünyanın insanlarına dair küçük dokunuşlar, söylemler, özenle yerleştirilmiş ayrıntılar, orayı çok daha gerçekçi kılmış.

Cemile Öz’ün yaptığı kapak tasarımını da çok çarpıcı buldum. Romanı bitirip, kapağa tekrar tekrar bakınca, kum saati ve içindeki iki beden, hem ilk bölümü hem de romanın tamamını oldukça etkileyici bir şekilde resmetmiş.

Romanı özetlemeden, anlatmak oldukça güç. Twitter misali, konuyu 140 karakterle açıkla dense; "Ne Me Quitte Pas dinlerken, Cesur Yeni Dünya’nın evreninin yeni bir kapısını aralıyorum.” diyebilirim. Devamını heyecanla bekliyorum. Yeni bölümde, damıtılmış zevkleri olan, basmakalıp dünya görüşünden kurtulmuş, “özgüveni çoktan yatışmış”, daha zeki bir Kerim ile karşılaşmayı umuyorum.

Bunu hepimiz için diliyorum o ayrı.

"Güneşe Emanet Olun..."

Gülda





Başka bir yorumla Ne Me Quitte Pas için:

24 Ocak 2012 Salı

ALTIN DEFTER -DORİS LESSİNG




Kitap : Altın Defter
Yazar : Doris Lessing
Mekan : Demeti
Tarih : 23.01.2012
Sunucu: Yonca
Katılımcılar: Aycan, Aysun, Ayşe, Billur,Berna, Gülden,Liz, Nur,Yonca

18 Ocak 2012 Çarşamba

Farkları Görmek!

Bu ayki sunum kitabimiza takoz adını taktım. Okurken çok ama çok zorlanıyorum. Kalın olmasını geçtim (sürekli çantanızda taşıdığınızda omzunuz" "bana"da acı artık" dedirten cinsten bir kitap): karışık ve çok ağır, normalde alıp okumayacağım bir kitap.

İşte bundan dolayı kitap kulubünü çok seviyorum çünkü farklı kitapları deneme şansımız oluyor. Bazılarını seviyorum bazılarını ise sevmiyorum ama en azından okuduktan sonra sevmedim çünkü ..... diyebiliyorum.

Genelde sunum kitaplarını okurken kendi sevdiğim tarz kitapları da beraberinde okurum ancak bu kitap da bunu yapmış olsaydım (Yalan!) bu ay sevgili takozu bitiremezdim. Biraz tarz değiştirip kitap yerine takozla Manga/Manhwa okudum.

Takozla; insanların, rejimlerin, erkeklerin, kadınların, kısacası hayatın kaosunu yaşıyordum. Umutsuz ve mutsuz insanlar ve hayatlar.... Kitabı bir kenara koyunca ben de karamsar biri olup çıkıyordum. Beni tanıyan dünyaya ne kadar pembe gözlüklerle baktığımı bilir! Takoz sonrası hemen kendime Manga ve Manhwa terapisi yapıp gözlük rengimi değiştirmeye başladım. Kara gözlükler bana göre değil arkadaş!...

Manga(Japon) ve Manhwa (Kore) okumaya başlayınca çizimlerdeki farklılıkları görüyorsunuz ve anında bu Japon bu Kore diyebiliyorsunuz. Benzerlik ve farklılıkları sonra yazacağım bakalım sizce de bence Mİ?



















Nimir Ra


6 Ocak 2012 Cuma

Başkaldırımın Şarkısı

Ne zaman sabah kalkıp da iç karartıcı gazete manşetlerini görsem,beni çok hiddetlendiren bir haber alsam, birisi damarıma bazsa, sükûnetimi kaybetmemeye çalışarak, kabuğuma çekilip, içimde yükselen volkanik patlamayı Muse'un Uprising parçası ile dindiriyorum.




The paranoia is in bloom,
the PR transmissions will resume
They'll try to push drugs that keep us all dumbed down
and hope that we will never see the truth around
(So come on!)
Another promise, another scene,
Another packaged lie to keep us trapped in greed
And all the green belts wrapped around our minds
And endless red tape to keep the truth confined
(So come on!)

They will not force us
They will stop degrading us
They will not control us
We will be victorious

Interchanging mind control
Come let the revolution take its toll,
if you could flick the switch and open your third eye,
you'd see that
We should never be afraid to die
(So come on!)

Rise up and take the power back,
It's time the fat cats had a heart attack,
You know that their time is coming to an end
We have to unify and watch our flag ascend

They will not force us
They will stop degrading us
They will not control us
We will be victorious

They will not force us
They will stop degrading us
They will not control us
We will be victorious

Peyman

4 Ocak 2012 Çarşamba

Gizli Kalmış Bir İstanbul Masalı...Ayraç ve Kitapların Buluşması



Dün öğle yemeğinden sonra, güneşli ve nispeten diğer günlere nazaran daha ılık bir havayı kucaklayıp ofise döndüğümde, kapı eşiğinde, kapıyı açacak kişinin sıcak gülümsemesini tahayyül ediyordum. Yanılmamıştım; Esen gülen yüzü ve gözleri ile beni karşıladı. Hafif bir reverans yapıp elindeki kargo poşetini, otomatikman açılmış ellerimin arasına bırakıverdi.

Hayat, başıma ördüğü bir tesadüfle 2011’in son aylarını rüya kadar güzel bir anı ile taçlandırmıştı. Anıyı bir süre daha canlı tutmak, kompozisyonu tamamlamak bir yazgıydı sanki. Evrende gökkuşağının renklerine sahip bir toz bulutu savruluyor ve gökten başımın üzerine yedi renkli zerrecikler yağıyor. O yedi renk, güneşin göz kamaştıran ışınlarıyla zengin bir renk armonisine dönüşüyor. Ve beni rengârenk, göz kamaştıran bir kostüm gibi sarıp sarmalıyor. Sonra zerreciklerin girdabında göğe doğru yükseliyorum.

Heyecanla beklediğim bir buluşmaydı. Sanki dünyanın dört bir yanına dağılmış üç parçalı bir küre, yıllar sonra yine tesadüfler üzerine parçaları bir araya gelip bir bütünü oluşturacak ve dünya inanılmaz şeylere şahit olacaktı.

Bu, 18 yıl önce benim hiç tanımadığım bir kişinin himayesi altına geçmiş, 18 yıl boyunca onun kütüphanesinde konuk olmuş, artık sayfaları sararmış, sahaf kokusuna sahip pembe kapaklı, 1991 yılında Nurten Ay imzasıyla yayınlanmış Gizli Kalmış Bir İstanbul Masalı’nın, ilk baskısının üzerinden geçen 16 yılın sonunda, yazarı Ali Teoman’ın kendi kendine aldığı gizlilik kararını bozarak yaptığı açıklamayla gerçek kimliğine kavuşarak yeniden yayınlanmış baskısıyla ve tabii Ali Teoman’ı andığımız Ubor Metenga Buluşması’nda tanıştığım Ali Teoman’ın teyzesinin değerli hediyesi ayracın buluşma hikâyesidir.

Bu buluşmanın gerçekleşmesinde katkısı olan sevgili Leylak Dalı’na buradan bir kere daha teşekkür ediyorum.

Peyman

I WANT YOU TO KISS ME



2011’de onlarca konsere gittim, birbirinden ilginç filmler, oyunlar izledim. Okudum, gezdim, eğlendim, çalıştım, ilerledim, geriledim, kıskandım, durdum, güvendim, üzüldüm, yavaşladım, yeni arkadaşlar edindim, ara verdim. Kendimi tekrar ede ede devam ettim... Kevin Spacey ile saatler geçirdim, Caz Festivali’nde Aynur’a minder ve ellerinde ne varsa fırlatmaya çalışan grubun arasında donup kaldım. Pişman oldum, doldum, taştım.

Ama fazlasıyla korktum, böylesine bir çaresizliğin içinden çıkmaya çalışırken tükendim, büyüdüm, ufaldım, bittim, yeniden doğdum -umarım!- Dostlarıma sıkıca sarıldım.

İşte öyle oldu, böyle geçti, şöyle bitti nihayetinde.

Geriye bir kelime kaldı, asla unutmayacak olduğum: “Elbette.” Ve bir Tom Waits şarkısı: “Kiss Me”

The fire's dying out
All the embers have been spent
Outside on the street
Lovers hide in the shadows
You look at me
I look at you
There's only one thing
I want you to do
Kiss me

I want you to kiss me
Like a stranger once again
Kiss me like a stranger once again
I want to believe that our love's a mystery
I want to believe that our love's a sin
I want you to kiss me like a stranger once again
You wear the same kind of perfume
You wore when we met
I suppose there's something comforting in knowing what to expect
But when you brushed up against me
Before I knew your name
Everything was thrilling
Because nothing was the same
I want you to kiss me
I want you to kiss me
Like a stranger once again
Kiss me like a stranger once again
I want to believe our loves a mystery
I want to believe our loves a sin
Oh will you kiss me like a stranger once again
I want you to kiss me like a stranger
Kiss me like a stranger once again

Gülda

2 Ocak 2012 Pazartesi

MAYA - LEYLA İPEKÇİ



Maya Hakkında Oldukça Kişisel Bir Yazı


Maya, epey bir süre önce okuduğum bir kitaptı. Maya’nın endişe, şiddet ve yoksunluk dolu hikâyesinden çok etkilenmiştim. Sonra rafların bir yerinde yitirmişim romanı. Kitap Fuarı'nda Timaş Yayınları standında yeni baskısını gördüğümde kayıtsız kalamadım ve yeniden satın aldım. Eve döndüğümde Arzu Başaran’ın Maduniyet Serisi'nden kandan kırmızı bir çalışmasının yerleştiği romanın kapağını çevirdim ve hırpalanmış Maya’yla yüzleştim.



Okuduğu kitapları unutuyor olduğuna üzülen biriyle konuştuğumda, bunun önemli olmadığını anlatmaya çalışıyorum. “Satır satır tekrar edebilmeye, konusunu, karakterlerin adlarını, kimin kimi öldürdüğünü, yıkımları, neşelenmeleri hatırlamaya gerek yok, bir his kalıyor geriye, belki çok uzunca bir süre sonra bambaşka bir yerde karşına çıkıyor.” diyorum. Bir elmayı ısırdığında, sokaklarda amaçsızca dolaştığında, ağlayan bir çocuğu susturamazken, bir sorunu çözmeyi ya da birini anlamayı denerken, bombalar patladığında, deprem bir ülkeyi paramparça ettiğinde, bir yeni yıl sofrasında... cümlelerin öznesi düşüveriyor önüne.


On üç yıl öncenin Maya’sı zihnimde tekrar uyanırken, bu sefer yeni Ben’i yere yıktı. Net ve kısacık satırlarda, sekiz yaşındaki Baldamlası Maya’nın kaktüs mezarlığındaki cam kırıklarına basmamaya çalışarak, sevdiği kim varsa yitirerek ulaştığı yirmi yedili yaşlara varma öyküsünün, onca yıldır içimde katman katman nasıl çoğaldığını izledim. Otuz ikinci sayfada “Ağlaya ağlaya uyudum. Ne çok gözyaşı çıkıyor benden, şaşırıyorum. Demek ki, birisi sus diyene kadar bütün çocuklar sonsuza kadar ağlayabilir…” diyordu Maya. İşte tüm bu süre boyunca ne zaman ağlasam gözyaşımın hiç bitmeyeceğini düşünerek, içimdeki çocuğa “Sus!” diyorum. Şimdi nerede okuduğumu çoktan unuttuğum bu hissin kaynağına inerken; “Kuştüyü yastıkların altına yeni sevgi sözcükleri bırakan dolgun kalçalı bir kız çocuğuyum. Kendime yeniyetme topuzlar örüyorum.” (sy.109)



Gözden geçirilmiş yeni baskıda Leyla İpekçi, romanla ünsiyet kurduğu Agota Kristof’un Büyük Defter’i, Romain Gary’nin Onca Yoksulluk Varken’i, Joanne Greenberg’in Sana Gül Bahçesi Vadetmedim’i, hayat kitabım Ingeborg Bachmann’ın Malina’sı, J.D.Salinger’in Çavdar Tarlasında Çocuklar’ı, Nietzsche’nin Ecce Homo ve Böyle Buyurdu Zerdüşt’ü, Şule Gürbüz’ün Kambur’u, Dostoyevski’nin Yeraltından Notları'na selam yolluyor. Ben de Maya'yı yeniden ekliyorum kabıma.

Ve Maya diyor ki; “insan ancak yanında sırtını dayayacak biri bulduğunda dayanmaya ne çok ihtiyacı olduğunu düşünüyor.” (sy.107)

Kendi cam kırıklarımın üzerinde çıplak ayaklarımla yürüdüğümde, bu korkunç acının bir kısmını yeniden Maya’da bırakıyorum.


Bir şarkı eşlik ediyor kesik kesik.



Gülda


Not !....



I am the master of my fate:
I am the captain of my soul.

Bir Akşam,
Bir Film,

Duyunca!..
Tüylerim Diken Diken Oldu,
Hemen Not Aldım!...

Merak Ettim:
Bu Şiiri Kim Yazmış,
Tamamı Nasıl?

Aşık Mı?
Savaşcı Mı?
Kadın Mı?
Yoksa Erkek!

Bir Kadın İçin Vuruşları Sert,
Bir Erkek İçin İse …………

Ahhh Seviyorum Şu Google’ı
Herşey 1 Tıkla Çözülüyor,
Yüzlerce Bilgi Dökülüyor,
Gözlerinin Önüne,

Sanki Pazardasın,
Seç, Beğen, Oku!....

Şiiri Baştan Sona,
Okuyorum……..
1 Daha, 1 Daha….

Out of the night that covers me,
Black as the pit from pole to pole,
I thank whatever gods may be
For my unconquerable soul.


In the fell clutch of circumstance
I have not winced nor cried aloud.
Under the bludgeonings of chance
My head is bloody, but unbowed.


Beyond this place of wrath and tears
Looms but the Horror of the shade,
And yet the menace of the years
Finds and shall find me unafraid.


It matters not how strait the gate,
How charged with punishments the scroll,
I am the master of my fate:
I am the captain of my soul.


Yazacak Çok Şey Var,
Ama İstesen de,
Şimdi Yapamam!

Zorlama, Sıkma Beni!
Sunum Günü,

Nasıl Olsa İstemesen de,
Dinleteceğim Sana!...


Not: Bu yıl her sunumda, sunucunun dışında bir üye 15 dakikayı aşmamak kaydı ile bir şiir anlatacak. İster bir mısrası üzerinde konuşur, isterse şairi tanıtır, isterse seçtiği şiirin neden kendisini etkilediğini konuşur, isterse teknik özelliklerini öğretir... Kısaca sınır yok. Tek bir sınır var o da 15 dakikayı geçemeyecek olması. Asıl zor olan bu!


Nimir Ra





İlginizi Çekebilir

Related Posts with Thumbnails