30 Haziran 2009 Salı

CALVIN AND HOBBES

92'DE KEŞFETTİĞİMDEN BERİ VAZGEÇEMEDİĞİM ... ŞİDDETLE OKUMANIZI TAVSİYE EDERİM ...

AYCAN

27 Haziran 2009 Cumartesi

Spontane Mailler !.. (1)

25.06.2009
Ayşe gruba mail atar:

SİZE SORUYORUM !...
EVET HANIMLAR SİZE!..
EVET BAYIM SİZEDE !...
LÜTFEN SAKLANMAYA ÇALIŞMAYIN..
LAKİN BU GÖZLER ŞAHİN GİBİ GÖRÜYOR!..


EN SON NE ZAMAN BLOG BAKTINIZ?
..............................

Aycan cevap yazar:

Upppppssssss !...

Ayşe'nin cevabı:



Thou shall suffer!..
Nay thy say..
I, myself shant forgive thee!..

Basically dark chocolate F.. You!






Ayşe, Özlemi hedef alır:

Özlem!...

When shall thou upload thine lemon tree!..

I ask you once!..
not twice,
but uno, dos, tres...
cuatro shant touch my lips...




Özlem durur mu , cevabı :

Oh my dear lady friend, I shall answer to your message with a passage ;

Smooth runs the water where the brook is deep;
And in his simple show he harbours treason.
The fox barks not when he would steal the lamb.
No, no, Lady Ayse ; Time and the hour run through the roughest day. Thus bad begins, and worse remains behind. Wisely and slow; they stumble that run fast.

Signed by Sheaks Ozlem the Zulu..

Ayşe durur mu cevabı :

Oh my dear lady friend (thine dear lady friend replies with great pleasure) , I shall answer to your message with a passage ( I, myself will enjoy thy passage to my message) ;
Smooth runs the water where the brook is deep; ( I ask thou, Is this of thee brook or my brook? As thou shant escape the fact that there is a brook and there is a brook as the Turkish say!..)
And in his simple show he harbours treason. ( But in HER simple words she only murmurs upload upload the lemon tree!...)
The fox barks not when he would steal the lamb. ( '' The lion fell in love with the lamb '' said the +15 older Robert to thine dear lady friend ;))) this has no correlation whatsoever!..)
No, no, Lady Ayse (Please!.. yes , yes or I shant speak again) ; Time and the hour run through the roughest day. (But times runs anyways...) Thus bad begins, and worse remains behind. (Thus thou still has to upload to thee lemon tree) Wisely and slow (actually very fast, faster and fastest) ; they stumble that run fast. (Cık cık cık cık, didnt I ever said to thou to look at it from the bright side...... )

Akşamın bi saatinde Özlemden gelen cevap:

Hadst thou I shall be dying of laug-hing before I do

Say, from whence You owe this strange intelligence? or why Upon this blasted heath you thee-say with such prophetic greeting? O Lady Ayse , But yet the pity of it, Lady Ayse! O Lady Ayse, the pity of it! This above all: to thine own self be true. When my dimensions are as well compact, My mind as generous, and my shape as true, I shall no fight for Thou Lemonata Tree I shall go ahead and proceed. Ot-her wise , Thus do go about, about….

Lo, now my dear good night!


26.06.2009
Sabah işe giderken, Nihat Sırdar ile Cem Ceminay arasında gidip geliyorum. Sıradan bir gün olmasına rağmen haberler pek öyle değil :

Ayşe gruba mail atar ama bu sefer farklı:

KONU 1: Çok Üzüldüm!...

Çünkü dün Michael Jackson 50 ve Farrah Fawcett 62 ölmüş. Bu kadar üzüleceğimi hiç düşünmezdim ama radyo da duyunca bian gözlerim doldu. Aslında elin adamları, so what? Sevin sevmeyin bunlar özel insanlar ve dünyanın neredeyse heryerinde birini etkilemişlerdir, müzikleriyle veya oyunculuklarıyla. Kim diyebilirki ben Michael Jackson dinlemedim, moon walk yapmadım, videolarını hevesle izlemedim. Sağ eline takdığı taşlı eldiveni, giyiniş tarzı, manyaklıklari, dolu dolu 50 yıl. Ben onun müzikleriyle orta 1 deyken tanıştım. Muhtemelen tüm müzik videolarını görmüşümdür. Itiraf ediyorum eldivenim bile vardı. Ya Farrah ne demeli. Charlinin Meleklerini hangimiz izlemedi? hangimiz etkilenmedi o meşhur mayolu resminden? O meşhur Feathered saçı moda yaptı. Ahhh.. orta okuldayken o saçı yapabilmek icin az uğraş vermedim ben. Çok yazık!.. Bugün, tanıdığım ama aslında hiç tanımadığım iki insan için çok üzüldüm!..


THE FEAR OF DEATH

O death, thy fear I fear,
But I fear thee not.
I wait not for they appointed day,
For in it you instill thy fright
And trouble the minds and thoughts
Of those who fall to thy dillusion

Admonish thy angel not to come,
For I shall acquaint myself
On how to die even daily,
Like travelers of the far country,
I too shall someday know the route,
From this world to the one beyond,
To transit at will over and again,
Loosing all fear that may lie.

- Oliver Mbamara

Onları Böyle Hatırlamak İstiyorum !..



KONU 2: OZLEM !..
I tip my hat,
Raise my margarita,
Quick shot of tekila,
Than ay ay karamba!..
And say to thee,
B.I.T.C.H!..

(Ayşe)

16. Uluslarası İstanbul Caz Festivali



İstanbul’un en güzel zamanıdır Caz Festivalinin başladığı zaman. Bu sene, tüm olumsuzluklara rağmen yine de program oldukça başarılı. Benim seçtiklerim:

02.07.2009 Açılış:

Esma Sultan Yalısı bahçesinde, Fatih Erkoç ve Kerem Görsev konseri ile başlıyor.



07.07.2009 Melody Gardot

Tanımıyorsanız tanışmanızı tavsiye ederim, bir cafe’de otururken müzik çok güzel gelmişti ve sorduğumuzda öğrendik Melody Gardot’u. Meğerse tüm dünya tanıyormuş. Pürüzsüz bir ses, iyi bir caz yorumu. Mekân yine Esma Sultan Yalısı. My One And Only Thrill albümünü alıp gitmeden biraz dinlemekte fayda var.




Goodnite - Melody Gardot

08.07.2009 SMV (Stanley Clarke, Marcus Miller & Victor Wooten)

Bu üç usta basgitarcı geçen sene çıkardıkları Thunder albümleri ile beraber çalışmaya devam ediyorlar. Ayrı ayrı onları izlemek büyük keyifti. Her halde beraberlikleri muhteşem olacaktır.




SMV - Stanley Clarke, Marcus M / Thunder - S.M.V.

15.07.2009 Emiliana Torrini:

Rufus Wainwright, Antony and the Johnsons’ dan sonra Yeni Ozanlar bölümünün kraliçesi. Gollum's Song ile bizi Orta Dünya’ya götüren büyülü sesin sahibi. İstanbul Modern’de konser izlemek ise başlı başına bir deneyim.




Gollums Song - Emiliana Torrini

27.07.2009 George Benson

Yine muhteşem bir gitarcı, Nat King Cole’u anma gecesi ile karşımızda. Bu sene Santana’da geliyor. Bir sürpriz olsa; beraberce Breezin'i yorumlasalar.



Dinleyenleri "küçük bir serüvene çıkaracak ve onların hayatlarını değiştirmek için çalacak olan Brad Mehldau Trio’yu ise gelecek senelere saklıyorum.

(Gülda)

22 Haziran 2009 Pazartesi

JUAN DIEGO FLOREZ -OPERANIN KONDORU



Sanatsal Aktiveteler Danışmanım Gülda gene günlerden bir gün arayıp bir tenor geliyor, dinlemeden ölmek olmaz dedi. Ben de kabul ettim; Aya İrini'de dünyaca ünlü bir tenor dinlemek fikri klasik müziğe daha fazla vakit ayırmaya karar verdiğimden ötürü kaçırılmayacak bir fırsattı.




Her kim hakkında yazdıysa çağıl çağıl sesi olduğundan dem vurmuştu ve ben de Juan Diego Florez sahneye Borusan Filarmoni Orkestrası eşliğinde çıkıp ağzını açtığında gerçekten -sanırım biraz fazla bir beklenti içine girmiştim - sesi çağıldayacak, Aya İrini'nin duvarları ve kubbesi dakikalarca sesiyle yankılanacak zannettiğimden olsa gerek birazcık ve kısa bir zaman hayal kırıklığı yaşadığımı itiraf etmeliyim. Bu konuda bir uzman değilim ama Juan Diego Florez'in sesini, seçtiği eserlerden de kaynaklandığını düşünmekle birlikte çok zorlamadığını düşünüyorum. Sahnede kaldığı süre boyunca 6 tane arya söyledi ve bunlar Bellini, Rossini, Donizetti ve Gounad'ın eserleri idi ve kendisi ile yapılan bir söyleşide Donizetti, Rossini ve Bellini'nin eserlerini kolaylıkla okuduğunu ifade ettiğini okuyunca belki de sesini zorlamamış hissine bu nedenden kapıldığımı düşündüm.


Sahne alışı boyunca benim en hoşuma giden arya Charles Gounad'ın Romeo e Giulietta'dan L'amour...Ah léve-toi soleil adlı parçası oldu. Gerçekten yumuşacık bir ifadeyle söyledi. Konserin en hoş yanı üç defa bis yapması idi ve bu sefer söylediklerinden biri Rossini'nin Sevilla Berberi adlı eserindendi ikincisi ise Verdi'nin Rigoletta operasından la donna mobile adlı eseriydi.


Juan Diego Florez aklımda ve ruhumda mütevazı, yumuşacık ve romantik bir izlenim ve duygu bıraktı..... Konserin sonunda her ne kadar en başta çağıldamadığını düşünsem de aslında öyavaş yavaş insanın içine işleyen bir sesi olduğunu belki de güçlü çağıldayan bir şelaleden daha çok heybetli bir biçimde göklerde uçan bir kondorun yükseklerden aşağılara süzülerek zarif ve yumuşak bir biçimde konuşunu andırdığına karar verdim.


Umarım bir gün La Scala'da ve New York Metropolitan Opera Evi'nde bis yapmak üzere sahneye çağrılmasına neden olan Donizetti'nin Alayın Kızı adlı aryasını dinleyebilirim.....
Sevgiler
Billur

21 Haziran 2009 Pazar

Okuma Listesi




Mehmet Eroğlu’nun son romanının kahramanlarından biri, roman nasıl olmalıyı anlatıyordu:

“Bence bir romanda itici, sıkıntı veren tek cümle bile olmamalı. Yazarken her cümleyi bir sanat yapıtıymışçasına tekrar elden geçirmek, yeniden yaratmak gerekir. Cümleler değerli taşların yan yana dizildiği mücevherlere benzerler…”(*)

Ben de bu romanları bulup okumak istiyorum. Bu sebeple risk almamak için Mehmet Eroğlu’nun okuma listesini takip etmeye karar verdim. Belki kulübümüz için kitap seçerken de faydalı olur.

1- DİNO BUZZATİ - TATAR ÇÖLÜ
2- E. M. REMARQUE - BATI CEPHESİNDE YENİ BİRŞEY YOK /
................... İNSANLARI SEVECEKSİN
3- MALCOLM LOWRY - YANARDAĞIN ALTINDA
4- OSCAR WILDE - DORIAN GRAY'İN PORTRESİ
5- MARGRETH YOURCENAR - HADRIANUSUN ANILARI
6- ROMAIN GARY - CENNETİN KÖKLERİ
7- JORGE SEMPRUN - BÜYÜK YOLCULUK
8- JOSEPH CONRAD - KARANLIĞIN YÜREĞİ
9- ANDRE MALRAUX - UMUT / İNSANLIK DURUMU
10-DOSTOYEVSKI - HERHANGİ BİR YAPIT
11-PIERRE SCHOENDOERFFER - KRALA VEDA
12-REŞAT NURİ - ESKİ HASTALIK
13-YAKUP KADRİ - YABAN
14-KEMAL TAHİR - HERHANGİ BİR YAPIT
15-ORHAN KEMAL - HERHANGİ BİR YAPIT
16-ATTİLA İLHAN - KURTLAR SOFRASI
17-F. RIFKI ATAY - ZEYTİN DAĞI
18-LAWRANCE DURRELL - İSKENDERİYE DÖRTLÜSÜ
19-HERMAN MELVILLE - MOBY DICK
20-BALZAC - HERHANGİ BİR YAPIT
21-GRAHAM GREENE - YIKILIŞ
22-TURGENYEV - BABALAR VE OĞULLAR
23-VIRGINIA WOOLF - HERHANGİ BİR YAPIT
24-J.P. SARTRE - HERHANGİ BİR YAPIT
25-J. STEINBECK - GAZAP ÜZÜMLERİ
26-HEMINGWAY - HERHANGİ BİR YAPIT
27-STENDAL - KIZIL İLE KARA
28-PAUL NIZAN - FESAT
29-TOLSTOY - SAVAŞ VE BARIŞ
30-VICTOR HUGO - SEFİLLER

(Gülda)

(*) Mehmet Eroğlu Fay Kırığı – I: Mehmet (sy: 92)
http://www.mehmeteroglu.info/

18 Haziran 2009 Perşembe

Yansımalar - 4

Masumiyet ve Erotizm

Elele tutuşmadan, öpüşüp koklaşmadan aşk yaşanır mı ?

Biz bilmiyoruz, ama yaşanıyormuş.

Jane Austen de bunu Aşk ve Gurur adlı kitabında mükemmel bir şekilde kağıda dökmüş.

Elizabeth ve Mr.Darcy’nin gururun arkasına sığınan masum aşk hikayesini sosyal mizah kurgusuyla anlatan Jane Austen, 19. yy sonlarında yazdığı kitabında dönemin aristokrat ve alt tabaka ailelerinin yaşamlarından örnekler vermiş.

Aşklarını uzunca bir süre birbirlerine itiraf edemeyen çiftler, teknolojik gelişmelerden nasibini almamış sosyal yaşam içinde hareketli hayatın kapılarını açan tek unsur olan dedikodu, hayatını evde oya işleyerek, akraba gezmelerine giderek geçiren genç kızlar, balolar…

Kitabın sunumunu sıkı bir Jane Austen hayranı olan Ayşe yaptı.

Mekanımız Astoria AVM girişindeki Clementine.

Sunucu Ayşe olunca, sunum gecesinin büyük sürprizlerle dolu olduğunu düşünmemek mümkün değil.

Clementine’de sadece bize ayrılan özel oda , 19. yy’da Hertfordshire’daki bir malikanenin dönem mobilyaları ile döşenmiş bir oturma odasına dönüşmüştü. Yuvarlak fiskos masaları, beyaz işli örtüler, aile resimlerinin sergilendiği çerçeveler, fonda Debussy’nin insanı nilüferlerin yüzdüğü göl kenarına sürükleyen piyanosu.

Geceye katılmadan önce Ayşe hepimizden dönemi çağrıştıran bir obje getirmemizi istedi.

Kimimiz bir kolye, kimimiz bir küpe, bir şal, fırfırlı bir şemsiye, şapka, çerçeve, fincan getirmişti. Hatta dönem kıyafetlerini çağrıştıran elbise giyenimiz bile vardı.

Masanın üzerinde şapkalarında fistoların, dantellerin uçuştuğu kadın başı maskeler bizi bekliyordu.

Yemeğimizi yedikten sonra oturma bölümüne geçerek çay-kahve eşliğinde Ayşe’nin sunumunu beklemeye başladık. Ortadan kaybolan Ayşe, kısa bir süre sonra üzerinde Gülden Abla’nın annesinin diktiği dönem kıyafeti ile aramıza döndü.



Kitabı ve dönemi derinlemesine araştıran bir sunumla bizi bilgiye boğduğu kalmamış gibi, daha önceden yaptığı Quiz’le de kitabı ne kadar dikkatle okuduğumuzu ölçmüş ve en doğru yanıtları veren arkadaşlara da sembolik birer hediye getirmişti.

Ama hediyenin en büyüğünü en sona saklamıştı. Elimize birer sarı zarf tutuşturdu. Zarfı aynı anda açmalıydık. Ayşe’den gelen direktifle aynı anda zarflarımızı açtık veeeee…

Yüzümüzde şaşkınlık, hayranlık, memnuniyet, mutluluk izleri birbirine karıştı, bir bulamaç oldu.

Zarfta, Aşk ve Gurur’un 1995 yılında İngiliz BBC Kanalı’nda gösterilen dizi versiyonunda Mr.Darcy’yi canlandıran Colin Firth’ün adımıza imzalı fotoğrafı vardı.



Kitap sunum gecelerimizde çıta hep biraz daha yukarı taşınıyor. İtiraf etmek gerekirse her sunum gecesine giderken “acaba bu akşam ne sürprizler bizi bekliyor?” diye düşünmekten kendimi alamıyorum.

Bir sonraki ay, Aşk ve Gurur’un masum aşkları yerini şehvet dolu, arzularını hayvani dürtülerle bastırmaya çalışan, erotik fantazilerin çılgınca yaşandığı bir aşka bıraktı.

İspanyol yazar Almudena Grandes’in erotik edebiyat ödülü almış Lulu adlı kitabını okuduk.

Ağabeyinin arkadaşına aşık olan ve onunla evlenerek, evliliklerini marjinal erotik seks hayatları ile renklendiren bir çiftin aşk hikayesi.

Kitabın yazarı bir İspanyol olunca, kitabın konusu da İspanya’da geçince sunum gecesinin mekanı olarak Arnavutköy’deki butik otel – restaurant L’Ola seçilmişti.

İspanya mutfağının en lezzetli yemeklerini şık bir sofrada yedik.


Hakkında sunum hazırlamak için zor bir kitap olduğunu düşündüğüm Lulu’yu Gülda sundu. Bu kitapta sunacak ne olabilir diye düşünürken, Gülda’nın sunumu, aslında bir kitaptan ne kadar çok edinim sağlanabileceğini ortaya koyuyordu.

Seksi kıyafeti ile sunumunu yapan Gülda, hepimizi konunun içine layıkıyla çekmeyi başardı.



Kitaptan öyle notlar çıkarmıştı ki, benim algıladığımdan çok farklı bir formata bürünmüştü.

Almudena Grandes’in eşi, ünlü şair Federico Garcia Lorca ile karşılaştırılan İspanyol şair Luis Garcia Montero. Montero Mayıs ayında Uluslararası İstanbul Şiir Festivali’ne eşi ile katılmıştı. Gülda’nın sürprizi, Grandes’in Türkiye’de yayımlanan ikinci kitabı İnsan Coğrafyası Atlası’nın imzalı bir baskısı idi. Ayrıca yazarla yaptığı mini röportajı da videoya çekerek hepimize birer CD’de hediye etti.

Bu öyle bir his ki, sanki Grandes bu kitabı sadece bizler için yazmıştı. Şair eşine eşlik etmek için İstanbul’a gelmemişti de, kitabını okuduğumuz için bizi ödüllendirmişti.

Mükemmel sunumlarınız için teşekkürler Ayşe ve Gülda!

(Peyman)

UTE LEMPER-GEÇ KALMIŞ BİR YAZI


Gülda 'Nisan'da Ute Lemper geliyor' dediğinde hiçbir şekilde hangi gün, saat kaç, nerede, nasıl, kimle vs gibi sorularını sormadım, gidecektim o kadar. Sonra ne zaman izlemiştik diye düşündüm ve 9 yıl geçtiğine inanamadım. Ben Ute Lemper'i bundan tam 9 yıl önce izlemiştim ve onu izlemeden önce New York'ta Chicago Müzikaline bilet bulamadığım için gidememiş ve kendisi ile birazcık daha önce tanışma fırsatını da kaçırmıştım. 2000den bu yana hep gelmesini istiyordum, herkese seyrettiğim ve dinlediğim en iyi performanstı diye bahsediyordum. Çünkü hayatımda nadir olarak bir performasın tüm detayları capcanlı duruyordu....Belki de bu yüzden izleyeli epey oldu diyemiyordum.




Veee sonunda İş Sanattaydım....Sözlerini tek tük anladığım Almanca şarkılarla başladı ve beni ikinci dünya savaşına, okuduğum kitaplar ve seyrettiğim filmlerle kafamda oluşturduğum Almanyaya Berline götürdü...Cephelerde çalındığı zaman savaşın kısacık bir zaman durmasına sebebiyet veren Lili Marleen şarkısını ve tabii ki Mavi Meleki düşündürdü, arabesk yanım Ahmet Kayanın

Akşam olur mektuplar hasretlik söyler
Zagrep radyosunda lili marlen türküsü
Siperden sipere ateş tokuşturanlar
Karanlıkta dem tutan ishak kuşu

Şarkısını da hatırlamama neden oldu. Almanca şarkıların ne kadar güzel olabileceğini de kanıtladı.

Yolculuğuna Fransa’da devam etti...Fransa’ya yolculuk Edith Piaf’a yolculuktu kaçınılmaz olarak....Edith Piaf’ın çok akıllı bir kadın olduğundan, hayatına giren veya girdiği düşünülen Yves Montand, Charles Aznavour gibi isimlerden en güzel şarkıları alıp sonrada aşkın doruk noktasında da yollarını ayırdığını ifade etti.

İlk kişisel albümü olma özelliği içeren ‘between yesterday and tomorrow’dan söylediği şarkılar arasına yine geçmişten brel şarkıları, brecht –weill balladları ve hildegard knef şarkısı olan rote rosen’i söyledi.....

Şarkı aralarında çoğunlukla –seyirciye sorduktan sonra- Almanca konuştu. Ardından da bir gece önce Hollanda’da verdiği konserde de seyircinin Almanca konuşmasına izin verdiğini ancak konser sonunda seyircinin yanına giderek aslında anlamadıklarını söylediklerini ifade etti. Ghosts of Berlin’ ıslıklarımızla eşlik ederken de bizim Hollandalılardan daha iyi ıslık çaldığımız yönünde iltifat etti.

Bu kadar buzul bir güzellik sergilerken söylediği şarkılari tavırları, anlattığı hikâyeleri, esprileri, şarkılar arasında yaptığı geçişleri ve esprileri düşününce bana bu buzulun görünmeyen yüzünün ne kadar derin ve büyüleyici olduğunu sergiledi.

Kısacası kötü bir günümdü ancak Ute Lemper sayesinde şahane sonlandı


(Billur)

LOREENA MCKENNITH-KELTLERİN ELÇİSİ




13.Haziran.2009 akşamı Cemil Topuzlu Açık Hava Tiyatrosu şaşırtıcı bir biçimde doluydu ve ben arkadaşlarımla İKSV'nin düzenlediği konserler ve etkinlikler silsilesinin 2009 yılındaki ilkini yaşamaya başlayacaktım. Yine aramızda en son ne zaman Loreena Mckennith'ı dinlediğimiz hakkında derin tartışmalar yaşadık..13 yıl önce imiş...Bu tespit kesinleşince yılların su gibi geçtiğine, daha geçen yıllarda seyretmiştim dediğim herkesin en az neredeyse bir önceki neslin doğum sancıları çektiği dönemlerde geldiğini anladım ve yaşlanmakla ilgili kötü düşünceler etrafımı sarıverdi...Ancak bu kötü düşünceler bir süreliğine ud, arp, kemençe ve darbuka seslerinin eşlik ettiği müzikleri dinlerken dağıldı ve hüznümü daha katlanılır ve daha anlamlı başka bir yola koyuverdi.


Açıkça itiraf etmek gerekirse Loreena Mckennith'ın müziğini değişik bulmakla birlikte özel bir hayranlığım yok, hatta çok uzun bir süre dinleyemediğimi de itiraf etmeliyim ancak sanatçı olarak seyirci ile iletişimi, her şarkının hikayesini anlatışı, Türkçe'nin güzel bir dil olduğundan bahsetmesi ve klasik de olsa bazı kelimeleri sarfetmesi çok hoşuma gitti . Konserde söylediği çoğu şarkı An Ancient Muse albümündendi ve ben özellikle Gates of İstanbul ile Caravanserai adlı şarkılarını sevdim. Caravanseari adlı şarkısını, Türkiye'de Keltlerin izlerini ararken kervansaray kavramı ile tanıştığını ve insanın evinin sadece uyuduğu, eşyalarını sakladığı bir yerden çok öte anlamları ifade ettiğine dair düşüncelerin etkisinde yazdığını anlattı şarkı öncesinde...Ev ile yuvanın farkını düşünmüş olmalı..

Keltlerin izlerini ararken yolunun Ankara'ya düştüğünden bahsetti...Gordion'u gezdiğini anlattı...Bu ifadeler bana kendisinin yorulmaz bir Kelt takipçisi ve elçisi olduğunu düşündürdü...Yolların, izlerin,köklerin takipçisi bir müzisyen kadın....Yolların, izlerin ve köklerin yansımaları olan bir müzik...Nereden geçtiyse oradaki tınıları içine katan ve çoğalan...Belki de bazı şarkılarda bir atın sırtında saçlarım rüzgarla savrulurken dörtnala gidiyor hissi duymam da bundandır..Yollarımı aşmak, izlerimi bulmak ve köklerime inmek için....Sanırım Loreena Mckennith de tüm bu izleri ve kökleri için yolculukları kendi içine doğru bir yolculuğa mihmandarlık ettiği için yapıyordur...

Düşünceler..Düşünceler....Duygulanımlar...AA! O da ne?! Son Şarkıya Geldik mi?

Loreena Mckennith konserini Never Ending Road ile bitirdi..Bis'i ise Time To Go Evora adlı yani Nilüfer'in ete kemiğe büründürdüğü Çok Uzaklarda ile yaptı. Bir daha gider miyim? Evet giderim....

İyi Yolculuklar
Billur

Bazı Müzikleri Akustik Dinlemek Lazım!.. ( 3 )


I dont trust myself - John Mayer

Show yourself.
Be yourself.
Enjoy yourself.
Play hard, so that you are in debt to yourself,
so that you must then work hard to repay it.
You're not better than anybody else,
but NOBODY is better than you.
Can't dance? SAYS WHO?

And when you've returned to dry land,
back into your roles,
where the world tells you what to do again,
right before you start doing it,
you'll smirk and think to yourself
"That was big, big, fun."

Bu adamı seviyorum!.. Dünü ve yarını düşünmeden ve bugünü dolu dolu yaşıyanlardan!.. (Ayşe)

13 Haziran 2009 Cumartesi

Four Quartets



Dawn points, and another day
Prepares for heat and silence. Out at sea the dawn wind
Wrinkles and slides. I am here
Or there, or elsewhere. In my beginning.

T.S. Eliot

(Ayşe)

11 Haziran 2009 Perşembe


KABARE

43 yaşında…bir kadının olgunluğa erdiği, kendi kişiliğinin, vücudunun, vücut dilinin bilincine vardığı bir yaşta…

Feminen, seksi, etkileyici, atletik, artistik…

Erkekleri cezbeden, kadınları kıskandıran bir fizik…

Sahnenin ortasında zarif kıvrımlarıyla son derece estetik hareket eden ve hafif buğulu sesiyle o seksi Fransızca şarkıları ardı ardına seslendiren bir star...

PATRICIA KAAS

Muhteşem bir performans, sahne hakimiyeti…

Zamanın su gibi akıp gittiği bir konser…

Fransa’yı temsilen katıldığı Eurovision’da aldığı derece ile komplekslerinden arınmış olduğunu kanıtlayan bir kadın…

Pop müzik, jazz ve chanson’u mükemmel harmanlayan bir sanatçı…

PATRICIA KAAS


(Peyman)


Et sil fallait le faire - France - Patricia Kaas

6 Haziran 2009 Cumartesi

Bir Gün Daha !..

Okursun ama inanmazsın!..



Ama yinede okursun,
İnanmak istersin!..
Ama bilirsin gerçek değil,
En azından belki dersin,
Sonra içinden gülersin,
Kim ne dedi,
Kim ne söyledi,
Kim ne düşündü,
Umursamazsın !..
Çünkü yanında çok sevdiğin kızın,



Bir elinde kahven,
Diğerinde inanmak istediklerin,
Ayaklarını uzatmış,
Amannnn….. dersin,
Bir gün daha !..
Tek istediğim,

Bir gün DAHA!….

(Ayşe)

5 Haziran 2009 Cuma

Şairce, Ya Sence ( 1 )

I'm Nobody! Who are you?

I'm Nobody! Who are you?
Are you -- Nobody -- Too?
Then there's a pair of us!
Don't tell! they'd advertise -- you know!

How dreary -- to be -- Somebody!
How public -- like a Frog --
To tell one's name -- the livelong june --
To an admiring Bog!



Emily Dickinson: Birisi olmayı (popüler,önemli kimse vb.) bataklıkta sürekli vıraklıyan bir kurbağaya benzetiyor. Birisi olmaktansa bir hiç (önemsiz kimse) olmayı yeğliyor.

Ya Sence ?

(Ayşe)

İlginizi Çekebilir

Related Posts with Thumbnails